ACIKLI BİR GÜLDÜRÜ YA DA GÜLÜNÇ BİR ACI

 

Önce senin ölçülerinden sıyrıldık. O ölçüleri zamana sarıp sağlamca dokumuştun. Sayısız tecrübeden damıttığın âdabı sermiştin üzerimize. Görünmez, dokunulmaz, anlatılmaz bir tülün altındaydık da sanki; bakışlarımızı, dokunuşlarımızı, konuşmalarımızı ayarlıyordu. Mesafeler vardı mesela, bedeninin kıvrımlarına göre uzayıp kısalıyordu. Saatler, gölgelerine ve ışımana göre tutuluyordu. Sözlerimize asırlık hafızan, seslerimize sokaklarının yankısı siniyordu. Şenliğinden ve hüznünden besleniyorduk. Senin korkun bizim korkumuzdu, bayramın bizim bayramımız. “Taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmaya” dehşeti çoktan geçti. Şimdi travma öncesi ve sonrası stres bozuklukları, aşırılıklar, görgüsüzlükler, kalabalık içinde yalnızlıklar kuşattı bizi. Kaygılı, aceleci, depresif, obur; pire gibi koşuşturup fil gibi öğüten yaratıklara dönüştük. Biz sömürdükçe semiriyor, sen şiştikçe şişen bedeninde bize yer açıyorsun. Ölçülerinden sıyrıldık, sınırlarını tanımadık, görgünü unuttuk ve bunların yokluğunda sana abandık. Kitaplarda yazılı iyilik ve kötülük senin kurduğun çerçevelerde hizalanır. Sende doğar, yaşanır ve ad alır, teşhis edilir. İyinin ve kötünün tanınması, derecesi, mücadelesi senin sürdüğün zeminde, aktığın zamanda yaşanır. Kitaplar sonra onları tasnif eder, hikâye eder, tarif eder, mantığa döker. Neyin iyi, kimin kötü olduğunu bize gösterirsin. Eylemlerimizin değerini hatırlatır, ömrümüzü heba mı ediyoruz yoksa parlatıyor muyuz, anlatırsın. Zira senin ölçülerinde yetiştik. Sokaklarda imalı bakışlarını, konuşmalardaki açık ve örtülü manayı, kendi hakkımızı ve başkasının hukukunu ayıran çizgilerini hep üzerimizde hissettik. Oynarken, eğlenirken, yarışırken, kapışırken hadlerinin içinde kaldık. Rekabete, yarışa güvenle girdik, senin hakemliğinden emindik. Şimdi hakemin tarafsızlığını ve yeterliliğini tartışıyoruz. Hakkımıza razı olmuyoruz çünkü neyi hak ettiğimizi bilmiyoruz. Artık hepimiz kendi bacağımızdan asılıyoruz. Artık hepimiz senin bacaklarına asılıyoruz.

 

Hakemsiz Kentte Ölçüsüz Gezmek

 

Hiza çekmek, hizaya çekmek şehrin olmazsa olmazıdır. Yer gösterir, yerli yerine oturtur, dur durak bildirir. Var olabilmek için varlığındaki ahengi sürdürebilmek için bunu yapmak zorundadır. Kanunun, resmi hiyerarşinin, formel statünün ötesinde bir tenasübü, tensip ayarı olmalıdır şehrin. Eğriyi ayıklayıp doğruyu tutan bir görünmez elek işlemeli ki doğruluk yürüsün. Mahkemenin adaleti, kanunun gücü, resmî onay yetişmez. Çoğu zaman o aşamaya gelmeden eğri-doğru meselesi, birinin lehine kapanır. Oysa şehir tanıklık ve hakemlik etmelidir. İşlere şaşmaz terazi, insanlara göz kulak, taleplere vicdan olmalıdır.

 

Ölçüsüz, görgüsüz, hadsiz, hesapsız kalırsa şehir, kendi havasını da insanlarının soluğunu da zehirler. Birlikte var olmanın ölçüleri şaşar. Bir arada tutan değerler muhterislerin elinde silaha dönüşür. Şahsiyetler yığına karışır; deha, kabiliyet ve ehliyet ayaklar altında kalır. Şehrin ölçüleri kalktığında yozlaşma havaya siner, yapıya yapışır, zihne musallat olur, ruhu köreltir. Uzak mazinin medeni birikimi dar çıkarlar için feda edilir. Zira neyin kalıcı ve kıymetli olduğu, neyin geçici ve kullanışlı olduğu ayırt edilemez. Yerini bulamayan karakterlerin yerine yerine gezdiği acılı bir güldürü ya da gülünç bir acı yaşanır.

 

Hareketleri, bakışları, sözcükleri, arzuları birbirine değen yüz binlerce, milyonlarca insan, ancak ortak tecrübeden ve tarihten süzülerek oluşan kriterler çerçevesinde anlamlı ve uyumlu bir hayat sürdürebilir. Emeğin, iradenin, yeteneğin, sanatın, güzelin, doğrunun seçilip zıtlarının ayıklanması, şehir kriterlerinin işlemesine bağlıdır. Doğru kişinin doğru yerde olması, doğru işin doğru zamanda yapılması, doğru kişiye doğru selam verilmesi, doğru sözün doğru zihne söylenmesi, doğru adımın doğru basamakta atılması, yerinde suskunluklar, haklı celâdet… Bilumum insan hâlleri ve fiilleri uyum içinde, medeni çizgide kaldığında, yaşanası ve sevilesi bir şehir vardır dünyada. Çatışma, sömürü, keder yok olmayacaktır bu şehirde fakat onları aşmanın, yerini bulmanın ümidi var olacaktır. İşlerin yoluna gideceği ümidi, işlerin yoluna girmesinin ön şartıdır.

 

Hangi şehirde, hangi ölçüler altında yaşadığımız, hangi terazide tartıldığımız giderek önemsizleşiyor. Çünkü ölçüler şehirleri aşan bir şekilde genelleşiyor ve etkileri azalıyor. Daha merkezî, daha tepeden, daha küresel tartılara çıkıyor, kriterlere vuruluyoruz. Şehirlerin bizi yetiştiren, olgunlaştıran, görgüsüzlükten ve ayarsızlıktan koruyan rengi soluyor. Dokuları, hafızaları, muaşeretleri kitaplara havale edilip hayattan çekiliyor. Binalar irileşiyor, bütçeler büyüyor, kadrolar şişiyor, nüfus artıyor. Onlarla birlikte yıkımlar, kayıplar, ümitsizlik ve yanlış yerde olma hissi de tavan yapıyor.

 

Kim olduğun değil neyin nesi olduğun sorusuna cevaplar hazırlanıyor. Sakinleştiricilerin ve yatıştırıcıların yardımıyla bazı hazır cevaplar seçiyoruz. Hakemin yokluğunda, ölçünün kıtlığında kaldık.

 

Şehirlerimizin başına gelenler, bizim başımızın altından çıktı. Şimdi sonuçları gözden geçiriyoruz.

 

 

TEKİN ŞENER

 

Evelâhir Sayı - 19