ATEŞÎN BİR TARİH AŞIĞI: ORD. PROF. MÜKRİMİN HALİL YİNANÇ

 

Dillere destan hafızası, tarihe vukûfiyeti, okumaya ve kitaplara olan iptilâsı, ilim haysiyetini muhafaza etmedeki hassasiyeti ile yaşadığı dönemin mümtaz şahsiyetlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir Mükrimin Halil Hoca.

 

smine ilk defa lise yıllarımda Atsız’ın kitaplarında denk gelmiştim. Atsız, “korkunç hafıza” ve “üstat” kelimeleriyle tavsif ve takdim ediyordu bu zâtı. O ki öyle her adama üstat diye hitap etmezdi. Dolayısıyla Mükrimin Halil Yinanç, zihnime, muhakkak bilinmesi gereken kıymetli bir isim olarak kazınmıştı. Sonraları özellikle üniversite yıllarımda okuduğum Dursun Gürlek’in kültür tarihimizle alâkalı kitaplarında ve dost meclislerindeki sohbetlerde adına rastladım. Dillere destan hafızası, tarihe vukûfiyeti, okumaya ve kitaplara olan iptilâsı, ilim haysiyetini muhafaza etmedeki hassasiyeti ile yaşadığı dönemin mümtaz şahsiyetlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir Mükrimin Halil Hoca.

 

İçinden pek çok alim, müderris, kadı, müftü çıkarmış, ilmî gelenekten gelen bir ailenin evladı olarak 1900 yılında Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde, o dönemin idari yapısına göre Halep vilayetine bağlı Maraş Sancağının Elbistan kazasında doğmuştur.

 

Tahsiline kadılık vazifesini yürüten babası Hafız Halil Kâmil Efendi’nin nezaretinde ilkmektebe gitmeyerek evde başlayan Mükrimin Halil, bu dönemde hafızlığını itmam ederken Maraş ve Elbistan’da şer’iyye mahkemesi katipliği yapan müsevvid Mehmed Hayri Efendi’den Arapça ve Farsça dersleri almıştır. Okul hayatına Elbistan’daki rüştiye ile başlamış, daha sonra babasının vazifesi gereği Malatya, Mardin ve Diyarbakır’da devam etmiştir.

 

Ve İstanbul…

 

1913’ün sonlarında tedrisatını İstanbul’da devam ettirmek üzere Şemseddin Günaltay’ın müdürlüğünü yaptığı Gelenbevî Sultanîsi/Lisesine kaydolur ve ilk yazılarını, 1915’te son sınıftayken, Ziya Gökalp’ın da yazdığı, hocası Halim Sabit’in (Şibay) çıkardığı İslam Mecmuası’nda neşreder. İslam Mecmuası’nda Bilal-i Habeşî ve Abdullah İbn-i Mesud ile ilgili kaleme aldığı iki makale, henüz 15 yaşında olan Mükrimin Halil’in hem İslam tarihine ve bu doğrultuda bazı temel kaynaklara vukufiyetine hem de ilmî şahsiyetine işaret etmesi bakımından kıymetlidir. Liseden mezun olduğu 1916’da her ne kadar babası Sahn Medresesi’ne gitmesini ve sonra Medresetü’l Mütehassisîn’de tefsir ya da hadis çalışmasını istese de o, kalbinde beslediği tarih ateşini söndürememiş ve babasını ikna ederek İstanbul Darulfünûnu Edebiyat Fakültesi Tarih Şubesine kaydolmuştur. Gelenbevî Sultanisinde akranlarına nazaran ilmî ağırlığı fazlasıyla hissedilen Mükrimin Halil Bey’i hocaları bırakmamış yüksek tahsiline devam ederken mezun olduğu okulun ilk mektep bölümüne muallim olarak tayin ettirmişlerdir. 1918’de ihtiyat zabit namzedi olarak askerlik vazifesine başlar Yinanç. Askerliği 8 ay kadar sürer ve Mülkiye mektebini kazandığı için terhis olur. 1919’da tarih şubesinden 1921’de ise mülkiyeden mezun olur. Bu dönem belki de Hoca’nın hayatında en ıstırap dolu günleri yaşadığı bir dönemdir. Bir yandan ilmi çalışmalarını teksif ettiği Selçuklu ve Beylikler dönemine dair en temel eserleri istinsah ederek ilim camiasına kazandırmanın gayretini güderken bir yandan da Harb-i Umumi neticesindeki kayıplar ve işgallerle yüreği paramparça olur. Öyle ki İstanbul’un işgali kalbinde büyük depremlere yol açarken memleketinden aldığı bir haber hocayı derin bir hüzne gark edecektir. Vazife itibariyla Adana’nın Haçin (Saimbeyli) kazasında bulunan babası Kadı Halil Kamil Efendi ve annesi Ayşe Hanım, Ermeni çeteleri tarafında işkenceyle katledilmiştir. Bu elim hadise hocanın kalbine hayatı boyunca kendisini hep hüzne sevk edecek büyük bir keder bırakmıştır.

 

Hafıza Şampiyonu

 

Mülkiyeden mezun olduktan sonra çeşitli okullarda tarih hocalığı yaparken 1923’te Türk Tarih Encümeni kütüphane memurluğuna, eski ifadeyle hafız-ı kütüplüğe tayin olmuş ve iki vazifeyi birlikte yürütmüştür. 1924’te içinde Hilmi Ziya Ülken, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Mehmet Halit Bayrı gibi isimlerin bulunduğu bir grup arkadaşıyla birlikte Anadoluculuk akımının temelini oluşturan Anadolu Mecmuası’nı çıkarır. 1925 yılında Maarif Vekâleti tarafından Türk Tarih Encümeni namına ‘Ana dolu Tarihi’ ile ilgili eserleri tahkikat, tetkikat ve mümkünse istinsah için Fransa’ya gönderilir. Hoca, Fransa’da bulunduğu 2 yılı aşkın süre zarfında 150’si Arapça, 100’ü Farsça ve 50 kadarı Türkçe lisanla kaleme alınmış yazma ve nadir eseri, bunun yanında Ermeni, Bizans, Latin ve Gürçü tarihçilerinin Fransızcaya tercüme edilmiş vakayinâmelerini birer birer tetkik ve mütâlaa ettiğini aktarır. Burada yaşanan bir hadise ise Hoca’nın, ilminin yanında hafızasıyla da efsaneleşmesine sebep olur. Rivayet odur ki Fransa Milli Kütüphanesi, Fatih dönemi kaynaklarından, Enverî’nin mesnevi tarzında kaleme aldığı ve 3730 beyitten müteşekkil Düsturname isimli eserin istinsahına hiçbir surette müsaade etmemektedir. Hoca da eseri her gün bir parçasını ezberleyerek evinde kayıt altına almış ve Türkiye’ye döndükten bir süre sonra 1928’de Düstûrnâme-i Enverî adıyla neşretmiştir. Daha sonra Düstûrnâme’nin İzmir’de bir başka nüshası bulunup tetkik edilince hocanın mezkûr eseri hatasız bir şekilde istinsah ettiği ortaya çıkmış ve bu hadise dönemin münevverânı arasında dilden dile yayılarak efsaneleşmiş. Hoca bu hadiseden dolayı özellikle dostları arasında hafıza şampiyonu ilan edilmiştir. Tabii hadise çeşitli eklemeler ve mübalağalar yapılarak dolanmış dillerde. Kimi, Hoca’nın her gün beşon beyit, kimi beş-on sahife, kimi de bir günde bütün kitabı ezberleyerek istinsah ettiğini anlatır olmuş…

 

İlmî Haysiyeti Muhafaza Etmek

 

1930 yılında Türk Ocakları’nın 6. Kurultayında Türk tarihini tetkik amacıyla 16 kişiden müteşekkil bir heyetin oluşturulması kararlaştırılır ve bu heyete Mükrimin Halil de dahil edilir. Bu heyet sonraları Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti ve Türk Tarihi Araştırma Kurumu isimlerini alır ve neticede 1935 yılında Türk Tarih Kurumu’na dönüşür. Bu yıllarda, hocanın ilmin haysiyetini muhafazadaki hassasiyetini izhar etmesi bakımından örnek teşkil edecek yine ilginç bir hadiseden bahsedilir ki bu hadise de tıpkı Düstûrnâme’deki gibi rivayet içre rivayetler ve mübalağalarla kulaktan kulağa yayılarak efsaneleşmiştir. Hadise temelde Mükrimin Halil Hoca’nın inanmadığı veya ilmî bulmadığı bir mevzuda konuşma yapma vazifesini îfâ etmemek için dişlerini çektirerek konuşamaz raporu almasıdır. Rivayetler ise hem mevzûun ne olduğu hem de kaç dişini çektirdiği konusunda değişiklik arz ediyor. Mevzû ile ilgili rivayetlerden biri, bu dönemde revaçta olan ve itibar etmediği için kurum toplantılarına bile katılmadığı Güneş Dil Teorisi gibi insanlığın Türklerden neşet ettiği iddiasındaki sözde tarih tezini savunacak bir konuşma vazifesinin (Kimi rivayetlerde bu konuşmanın Türk Tarih Kurumu’nda kimi rivayetlerde ise Çankaya’da reis-i cumhurun huzurunda yapılacağı söylenir.); biri de Türk Tarih Kurumu’nun bir toplantısında radyodan da yayınlanarak Onuncu Yıl Nutkunun okunması vazifesinin emr-i vâki ile hocaya verilmesidir. Rivayetlerdeki bu emr-i vâkiden kurtulabilmek adına hocanın diş hekimi arkadaşı Burhanettin Borhan’a dişlerini çektirdiği doğrudur. Bu durumu Burhanettin Borhan’ın oğlu Babür Borhan babasından dinlediğini söyleyerek teyit etmiştir. Lakin Babür Borhan, babasının, kendisine Mükrimin Hoca’nın iki dişini çektiğini söylediğini aktarır. Hadise kulaktan kulağa yayılırken çektirilen diş sayısı da 4, 8, 12, 14, 16 gibi sayılara ulaşarak şuyûu vukûunu aşan bir hal alır. Neticede nasıl vuku bulursa bulsun bu hadise, hocanın ilmin izzet ve haysiyetini muhafaza etmedeki tavrının izharı bakımından pek dikkate değerdir.

 

1933’te İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümüne doçent olarak atanan Mükrimin Hoca, 1941’de profesörlük, 1957’de ise alanında dünya çapında bir otorite olarak Orta Çağ ordinaryüs profesörlüğü payesini alır. İkinci Meşrutiyetten Balkan Savaşlarına, Harb-i Umûmî’den İstiklal Harbi’ne, Osmanlı’nın yıkılışından Cumhuriyet’in kuruluşuna geçtiğimiz asrın en önemli hadiselerinin yaşandığı fakat daha çok ıstıraplarla dolu bir döneme şahitliğine genç yaşta menfur bir saldırı ve işkence sonrası katledilen ailesinin acısını da eklersek ne kadar hassas bir kalp taşıdığını tahmin edebileceğimiz Mükrimin Hoca, bu fırtınalı dönemlerin ağırlığını ilmin dingin sahillerinde azim ve gayretle çalışarak hafifletebilmiştir belki de.

 

Lakin 27 Mayıs İhtilali sürecinde yaşanan birtakım hadiseler ve şahit olarak çağrıldığı Yassıada Mahkemelerinde gördüğü muamelenin ağırlığını daha fazla taşıyamamış ve fakültede ders anlattığı bir esnada fenalaşarak hastaneye kaldırılmış, akabinde 22 Aralık 1961 Cuma sabahı vefat etmiştir.

 

Hayatını Türk tarihi, kültürü ve irfanına adayan Mükrimin Halil Yinanç Hoca, ömrünü bu uğurda ilimle hizmet ederek geçirmiş, kendisinden sonraki nesillerin yolunu aydınlatacak çalışmalar yaparak kıymetli ürünler vermiş, gerek derslerinde gerekse dost meclislerinde tarihi sevdirmeye ve tarih şuuruyla mücehhez bir nesil yetiştirmeye gayret etmiş mümtaz bir şahsiyettir. Tarihe bir ilmi disiplin, bir meslek mecburiyeti şeklinde değil aşkla bağlı bir âlimdir ki bu hâl, kendi ifadesiyle bir “hastalık” şeklindedir. Bu durumu bilen Muallim Cevdet, Mükrimin Hoca için “Âteşin bir tarih aşığı.” diyerek belki de en güzel tespitlerden birini yapmıştır.

 

Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç Kütüphanesi

 

Son olarak, manevi oğlu ve yeğeni merhum Prof. Dr. Re’fet Yinanç, Mükrimin Hoca’nın, içinde nice nadir ve yazma eserlerin bulunduğu paha biçilmez kıymetteki kütüphanesini yıllarca titizlikle muhafaza etmiş ve 2009 yılında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesine bağışlamış, bu suretle KSÜ Merkez Kütüphanesinin ismi Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç Kütüphanesi olmuştur. Bu nadir eserler arzu edenlerin ziyaretine de açıktır.

 

Mehmet Yaşar

 

Evelâhir - Sayı - 3