BAŞKONUŞ PERİSİ GERMANİCİA PRENSİ 

 

Görebilenlerin dediğine göre Başkonuş Yaylası’nda ormanın bu kadar hoş, kır otlarının böylesine keskin baharlı kokması, duru suyundan kana kana içenlerin gülümsemesi, karanlıklara rağmen yıldızların yaz kış parıldaması, ölümsüz aşkı Başkonuş’da  sırlayan peri kızındandır.

 

İmparatorlar Şehri Maraş’ın en heyecanlı yanına bakan tepesinin adı; ölümsüz aşkı taşıyan zümrüt gözlü peri kızıyla, Germanicia Prensi’nin sırrını saklayan Başkonuş Yaylası’dır.

 

Milattan sonra beşinci yüzyılda Germanicia Krallığı’na getirilecek bir Prens’ten aşkın ölümsüz sırrını taşıyan o beyaz geyiği avlayıp getirmesi istenir.

 

Prens, beyaz geyiği bulabilmek için yola koyulduğunda onu âdeta ruhundan çekip alan bir el, Başkonuş Yaylası’nın zirvesine getirir. Burası yaylanın kudretini bir mücevher gibi gösteren geyik düzlüğü denilen yerdir. Prens, ara sıra geyik avına geldiği bu yaylada bu defa beyaz geyiği bulabilmek için yaylanın sisli puslu havasında etrafına dikkat kesilir.

 

Prens’in dağ taş yürüdüğü yaylada âdeta ruhu durulmuş, saflaşmış ve içi zenginleşmiştir. Artık avını daha keskin gözlerle görebilecek, tereddütsüz avlayabilecektir. Prens’in yayını gerip de okunu hazır tuttuğu bir vakit, başında çınar gibi boynuzlar taşıyan bir beyaz geyik aniden karşısında beliriverir. O an geyiğin boynuzlarından yayılan parıltıyla Prens’in gözleri kamaşır.

 

Tam bu sırada yaylanın sessizliğinde bir ipek ses yankılanır: “Burada gördüğün hiçbir şey göründüğü şey değildir. Şu çiçekler, şu ot parçası belki şu taş. Sen bile sen değilsin. Dikkat et Prensim!” der.

 

Şaşkın Prens bir yanda sesin sahibini arar, diğer yanda kilitlendiği beyaz geyiğe doğru hedef doğrultur. İpek ses bir kez daha seslenir: “İndir okunu. Burası aşka teslim olanların yurdudur.”

 

“Kimsin sen?” der Prens.

 

“Görebileni görünmeyene ulaştıran bir sır.” der sesin sahibi.Prens, görünmez birinin kendini engellemeye çalıştığını düşündüğünden hiç tereddüt etmeden okunu hedefindeki beyaz geyiğin göğsüne salar. Yaylayı birden acı bir ses kaplar.

 

Avına zaferle koşan Prens o an yenilginin en büyüğünü yaşar. Avının yerinde; yüzü ay ışığıyla aydınlanmış, üstü başı çiçeklerle dolu, endamlı bir peri kızının kanlar içindeki güzelliğini görür. Görür görmez âşık olduğu peri kızının zümrüt yeşili gözlerindeki acıysa Prens’i kahretmeye yeter.

 

Prens gözyaşları ve pişmanlık içinde yaraladığı peri kızına seslenir: “Niçin bana görünmedin?”

 

Peri kızı, “Sana görünseydim bunca çiçeğe, bunca ağaca ne gerek vardı?” dedikten sonra birden sır olur. Prens’in ağlamaktan kan çanağına dönen gözleri o an görmez olur. Prens geri dönüşte yolunu bulabilmek için elinin dokunduğu büyükçe bir dal parçasını alır ve yaylanın eteklerine doğru iner, oradan da şehre gelir. Çok varlıklı olan Prens, şehrin yamacında bugün Germanicia olarak bilinen yere, eski bir sarayın harabelerini kullanarak, ömrünün geri kalanını geçireceği villayı yaptırır. Villanın tabanına, görmeyen gözlerine rağmen görebilenler için Başkonuş Yaylası’nda aşkı sırlayan beyaz geyiğin hatırasını yaşatacak mozaiklerle soylu erdemlerini simgeleyen resimler yaptırır.

 

Bu sırra ulaşmak isteyenlerin Germanicia mozaiklerini gördükten sonra Başkonuş Yaylası’na koşup gelmeleri işte bu yüzdendir. Başkonuş Yaylası böylece binlerce yıldır Maraş’ın zümrüt mücevherlerinden biri olarak ölümsüz aşkı arayanların mekânı oluverir. Görebilenlerin dediğine göre Başkonuş Yaylası’nda ormanın bu kadar hoş, kır otlarının böylesine keskin baharlı kokması, duru suyundan kana kana içenlerin gülümsemesi, karanlıklara rağmen yıldızların yaz kış parıldaması ölümsüz aşkı Başkonuş’da sırlayan bu peri kızındandır. Prens’in dal parçası zannederek yolunu bulmak için alıp getirdiği şeyse, peri kızına dönüşüp sırra kadem basan, ölümsüz aşkın sembolü, o beyaz geyiğin boynuzlarından başkası değildir.

 

O günden sonra Başkonuş Yaylası, perinin zümrüt gözlerinin timsali bir mücevhere benzer dünyanın nadide çiçeklerini kalbinde taşıyan yemyeşil bir ormana dönüşür. Bu sebeple, bin yıldır dünyanın öbür ucundan Başkonuş’a gelenler her gezintiye çıktıklarında ölümsüz aşkın sırrını taşıyan o beyaz geyiğin yılda bir kez yaylaya bıraktığı sihirli boynuza rastlayabilmek için heyecanla yaylayı gezerler. Rastlayabilenlerse aradıkları ölümsüz aşka kavuşabilenlerdir.

 

Bu efsaneyi milattan sonra iki binli yıllardan birinde, bin bir çiçekli kelimelerle yayla yağmurunun geyik düzlüğüne indirdiği efsaneden okumuş olan bir inci kalem, duyan herkes Başkonuş Yaylası’nın bu sırrından haberdar olsun diye yazar. Şimdilerde yaylanın ahşap konuk evi sakinleri ve seyir terasında müdavim masasına oturanlar peri kızının zümrüt yeşili gözlerini görüp ormana bakıp gülümsüyorlar.

 

İnci Okumuş 

 

Evelahir Sayı-10