EDEBİYAT MÜZESİ'NE DAİR NOTLAR

 

Yedi Güzel Adam Edebiyat Müzesi’nin kapısından girer girmez, farklı bir ortamın içinde olduğumuzu anlamıştık. Müze gerçekten özenle kurulmuştu. Neredeyse hiçbir detay atlanmamıştı. Binanın içinde, ahşap merdivenlerin orijinal olduğunu duyduğumda daha da heyecanlanmıştım.

 

Kahramanmaraş’a defalarca gidip geldim. Ne de olsa Gaziantep Kahramanmaraş arası otomobille kırk dakika. Serin yaylaları, yemyeşil doğası, pırıl pırıl suları, birçok Antepliyi olduğu gibi beni de Maraş’a çekmeyi başarıyor. Bu sefer, 7 Güzel Adam Edebiyat Müzesi için gidecektim oraya. Arkadaşlarla bir araya gelmiş, edebiyatın gizemli şehri Maraş’a, bu sefer edebiyat turizmi için gidecektik.

 

Yola çıkmadan önce, aklımdan Maraş’ın tarihi bir konağını müzeye çevirdikleri geçiyordu. Öyle ya, tarihi bir konak müzeye çevrilir. Birkaç odasına meşhur şairlerin isimleri verilir. O edebiyatçıların birkaç tane de özel eşyasından bu odalara konulursa, al sana edebiyat müzesi diye düşünüyordum. Özellikle Maraş’ın Kurtuluş ve Divanlı mahallerinde 1920’lerden kalma epey tarihi konak vardı diye hatırlıyorum. Zaten öğrendiğimize göre Edebiyat Müzesi, Çocuk Bahçesi’ne yakın, Gazi Mahallesine yapılmıştı. İki katlı, küçük bir bahçesi olan, büyük oranda ahşap yapılı bir konak şimdiden gözümde canlanıyordu. Ama öyle olmadı! Ne zaman ki koca otobüsümüz, yavaş yavaş dar yollardan geçip, üç katlı taş bir binanın önünde durdu, o zaman hayretler içinde kalmıştım. Demek ki “Anadolu’nun en büyük edebiyat müzesi” cümlesini okuduğumda, inanmamakta acele etmişim! Biraz da bu yüzden öncelikle müzenin kurulduğu tarihi taş binayı beğendim.

 

Müze girişinde, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi çalışanları bizi karşıladı. Gayet güler yüzlü ve ilgiliydiler. Hemen pandemi önlemi kapsamında ateşimizi ölçtüler. Her birimize teker teker “Hoş geldiniz,” dediler. Ellerimizi hemen dezenfekte edip, ihtişamlı binanın bahçesine geçtik. On beş kişiydik. Heyecanlıydık. Bir görevlinin bizi bina içinde gezdirmesini, binanın tarihini ve müzenin içindeki ayrıntıları anlatmasını rica ettik. Yanımıza uzun boylu, diksiyonu düzgün, bilgili bir müze görevlisi geldi. Binanın tarihiyle başladı anlatmaya. Bina, Amerikan Kız Koleji olarak açılmış, 1800’lü yıllarda. Hayret verici bir olaydır bu. Bunları kendi kendime düşünüyordum. 1800’lü yıllarda Amerikalıların ne işi olabilirdi Maraş’ta? Rehberimiz hemen içimden geçirdiğim soruya cevap verdi. Burası Anadolu’nun birçok yerinde açılan misyoner okullarından biriymiş. Bu binanın aynısından Antep, Tarsus ve İzmir’de de olduğunu öğrenince, binaya yönelik merakım biraz daha arttı.

 

Antep’teki bina, yanmış. Onun yerine hastane yapılmış. Maraş’taki binanın da bir bölümü yanmış. Onun yerine ise, Ticaret Meslek Lisesi yapılmış. Ticaret Lisesi binası da yıkılmış, onun yerinde şimdilerde, modern bir okul binası bulunuyor. Tarih bir yandan ne kadar hızlı akıyor, diğer yandan onun farkına ne kadar zor varıyoruz.

 

Şu anki hâliyle müze iki ayrı binadan oluşuyor. Aslında buraya müze demek de biraz haksızlık olur. Çünkü müze, bu büyük oluşumun sadece bir bölümü… Büyük binada müze, küçük binadaysa kütüphane bulunuyor. Sergi salonları, kafeterya, konferans salonu gibi bölümleri de var. Demek ki burası, bir müzeden ziyade kültür merkezi olarak kullanılıyor. Arkadaşlardan bazıları hemen binanın muhteşem ahşap yapılı merdivenlerine çıkıp, fotoğraf çekilmeye başladı. Bazılarıysa, binanın değişik açılarından fotoğrafını çekiyordu. Bu arada rehberimiz önümüze düşmüş, merdivenleri tırmanıyordu. Sıra müzenin gezilmesine gelmişti.

 

Büyük binanın kapısından girer girmez, farklı bir ortamın içinde olduğumuzu anlamıştık. Müze gerçekten özenle kurulmuştu. Neredeyse hiçbir detay atlanmamıştı. Binanın içinde, kolej kurulduğunda olan ahşap merdivenlerin olduğunu duyduğumda daha da heyecanlanmıştım. Tabii onlar da bakımdan geçirilmiş. Ahşaplar yılların izlerini taşıyordu. Girişin hemen sol tarafında, karanlık bir oda vardı. Odada binanın tarihini anlatan bir video oynuyordu. Sosyal mesafemizi koruyarak odaya girdik. Videodan aslında bu okulun, sıradan bir kolej olmadığını öğrendim. Aslında Kız Koleji, bir nevi üniversiteydi. Buradan yetişen kişiler, dünyanın farklı şehirlerine öğretmen olarak gidiyorlardı. Okul yatılıydı. Görevliden, bu okulun bir de kilisesi olduğunu da öğrendik. Ama orası henüz ziyarete açılmamıştı. Karanlık odadan çıkınca, ışığı özellikle biraz kısık ayarlanmış koridordan Dede Korkut Çaıdırı’nın olduğu bölüme geçtik. Oradan Divan Edebiyatı, Âşık Edebiyatı, sonrasındaysa Tanzimat ve Meşrutiyet akımlarının anlatıldığı bölümlere ulaştık. Kiokslarda Türk edebiyatı daha ayrıntılı anlatılmıştı. Dede Korkut, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun hikâyeleri ise seslendirilmişti. Karagöz oyunu birçok ziyaretçinin ilgisini çekiyordu. Benim dikkatimi ise 1970’lere kadar kullanılmaya devam eden, şimdilerde müzede, tarihin bir tanığı olarak, ziyaretçilerle konuşan, bir matbaa makinesi çekmişti.

 

Tüm bunlar, 7 Güzel Adam Müzesi’nin gerçekten de Anadolu’nun en büyük edebiyat müzesi olduğunu gösteriyordu. İkinci kattan itibaren, Maraşlı edebiyatçıların tanıtımına geçilmiş. Müze görevlisi, bu müzenin yeni bir tarih yazımı olduğunu belirtti. Tabii ki bu yazımın merkezinde Kahramanmaraşlı edebiyatçılar vardı. Diğer şehirlerin de tanınmış birçok edebiyatçısı vardır. Fakat ilginçtir, Maraş’ın edebiyat yönü daha meşhurdur. Neden acaba? Necip Fazıl Kısakürek gibi bir şair ve düşünür bile yeter, bir şehrin edebiyat şehri diye anılmasına diye düşünüyorum. Kaldı ki Karacaoğlan, Cahit Zarifoğlu ve Rasim Özdenören gibi isimler, Türk edebiyatının birer köşe taşıdırlar. Bunların hepsini rehberimizden dinliyorduk. Onun verdiği bilgilere, kendi edebiyat bilgilerimi de ekleyerek düşünüyordum. Balmumu heykeller, zaten fazlasıyla etkileyiciydi. Yıllardır kitaplarını okuduğum edebiyatçıların balmumu heykellerini gördüğümde inanamamıştım. Bir de, müzede ayrım yapılmadan, bütün büyük isimlere yer verilmesi ayrıca etkileyiciydi. Tarık Buğra isminin yanında Orhan Pamuk, onun yanında Yaşar Kemal, Kemal Tahir, hemen dibinde Rasim Özdenören köşesi. Bir arada duruyorlardı. Ve bunlar Türk edebiyatını bütün görkemiyle temsil ediyorlardı.

 

Müzenin her köşesi ayrı güzeldi. Âşık Mahzunî Şerif köşesi, hemen Abdurrahim Karakoç köşesinin karşısındaydı. Dediğim gibi müzenin her köşesi ayrı bir renge sahipti. Hepsi bilgi yüklüydü. Edebiyatın etkileyici bir şekilde anlatımına ilk defa şahit oluyordum. Bir buçuk saat kadar durduğumuz 7 Güzel Adam Edebiyat Müzesi’nden edebiyatı, edebiyatçıları ve Maraşlıları bir kez daha severek ayrıldık. Yoldayken arkadaşlarla Maraş UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağına girmeyi çoktan hak etmiş diye sohbet ettik. İlerleyen zamanlarda, yeniden bu müzeye gelmek istediğimi fark ettiğimde, otobüsün camından dışarıyı izliyor, kendi kendime gülümsüyordum.

 

Ulviye Karan

 

Evelâhir Sayı - 6