HASAN KEKLİKCİ: “BENİM DERDİM; GÖRDÜĞÜM ŞEYLERİN YİTİP GİTMEMESİ.”

 

Öncelikle geçmiş olsun, ağır bir hastalık süreci atlattınız. Rabbim bütün hastalara şifa versin. İlk hikâye kitabınız Çatal Yolu hayırlı olsun. Kitabın hikâyesinden biraz bahseder misiniz? İlk kitabın heyecanı nasıl bir duygu?

 

Çok teşekkür ederim. Cennet mekân Ahmet Doğan İlbey bize hastalık ve askerlik lafını yasak etmişti ama madem siz açtınız, âmin. Cenabı Allah cümle hastalarımıza ve bize acil şifalar versin. Aşağı yukarı kırk yıldır kendi çapında okuyup yazan biriyim. Birçok mahallî gazete ve dergilerde yazılarımız yayımlandı. Biriktirebildiğimiz harçlığımızla gazete ve dergi çıkardığımız günler oldu. Fakat kitap hepsinden farklı bir şey. Cemil Meriç, “Kitap, istikbale yollanan mektup.” diyor. Şu fani dünyada ardımızda bırakacağımız, kendimizi anlatan sağlam bir mezar taşıdır kitap. Tabii ki ona göre de heyecanı var. Çatal Yolu, daha çok 1999-2004 yılları arasında geçirmiş olduğumuz belediye başkanlığı dönemini anlatan hatıra hikâyelerden oluşmaktadır.

 

Çatal Yolu kitabındaki hikâyeleri Anadolu’nun herhangi bir yöresinde okuyan bir kişi; “bu olayların aynısı veya benzeri bizim buralarda da yaşandı” demekten kendini alıkoyamaz. Anadolu insanının ortak hikâyeleri çoktur diyebilir miyiz?

 

Hikâyeleri seksen küsur yaşındaki anamın anlayacağı şekilde yazmaya özen gösterdim. Becerebildiğim kadarıyla Doğu Türkistan’dan Bosna’ya kadar bilinen kadim Türkçe kelimeleri kullanmaya çalıştım. Henüz ülkemizde hiçbir sözlüğe girmeyen ama Türkçe konuşulan hemen her ülkede aşağı yukarı aynı şekilde telaffuz edilen ve aynı manaya gelen birçok kelime de yer alıyor kitapta. Dolayısıyla kitabı okuyan birinin karşısına her an, eski bir dostu hatırlatan bir olay ve tanıdık, dost bir kelime çıkıyor. Laf sırası kendisine gelen her yazar, her entelektüel ülkemizde kitap okunmadığından yakınır. Gel gör ki uzun zamandır yazılan kitaplar maalesef Anadolu insanının anlamadığı bir dille yazılıyor. Olmadık yerde olmadık, garip kelimeler çıkıyor karşımıza. Buyurduğunuz gibi, Anadolu insanının ortak hikâyeleri çoktur. O kadar çok hikâyemiz var ki “Anadolu’da kadınların, çocuklarının ölümüne ağlamaya vakitleri yok.” diyor bir hikâyesinde Füruzan. Henüz ne o ölen çocuğun ve ne de o Anadolu kadınının hikâyesi, Anadolu insanının anlayacağı dilde yazılmadı desek abartmış olmayız.

 

Kitaptaki hikâyelerin anlatımına baktığımızda “Emmi” diye hitap ettiğiniz yakın bir dostunuzla dertleşme, halleşme, muhabbet etme durumu ortaya çıkıyor. Anılarınız ve “Emmi” ile sohbetiniz yazıya dökülünce hikâyeye bürünmüş. İyi de olmuş. Kitabın çıkmasına en çok “Emmi” sevinmiştir bence. Ne dersiniz?

 

Evet, Emmi hikâyelerin içinde olduğu kadar, kitabın çıkma aşamalarında da bizimle beraber oldu. Bizim gibi babasının erkek kardeşi olmayanlar için Emmi önemli birisidir. Bir sıkıntıya düştüğümüzde derdimize ortak olacak o kadar insan varken, biz olmayan Emmimize dert yanmak isteriz hep. Emmi, bir noktada bizdeki o boşluğu dolduruyor demek mümkündür.

 

Birbirinin devamı niteliğinde olan yol hikâyeleri aslında uzun bir hikâye olmuş. Yol yapımına engel olan koca kayalar bile aşılmış ama bir karış toprağı yola gitmesin diye asıl engeli insanlar çıkarmış, her yerde olduğu gibi. Yol işi hikâye olmuş böylece. Ne dersiniz?

 

Doğrusu Çatal Yolu diye başlayan hikâyeler bir, Kartal’ın yol hikâyeleri bir olmak üzere toplamda iki uzun hikâye olabilirdi. Fakat hem bizim acemiliğimiz ve hem de kitabın böyle bir dönemde çıkması bazı eksiklikleri de beraberinde getirdi. Her yerde, her dönemde ısrarla yol ve su isteyen insanlar bulunur. Ve çoğu zaman aynı insanlar bu hizmetin kendi tarlasından, kendi bahçesinden gitmesine de asla müsaade etmezler. Beş yıllık dönemde bir yere yol yaparken on metrelik yol yerine yüz metrelik, bir eve su götürürken bile, on metrelik boru gidecek yerde, yüz metre boru harcamak zorunda kaldığımız yerler olmuştu.

 

İlk hikayeleriniz yoldakikalemler. blogspot internet dergisinde yayınlandı. Daha sonra Evelâhir ve Yitiksöz dergilerinde göründü. Dergilerin ne gibi etkileri oldu yazı hayatınıza?

 

yoldakikalemler.blogspot internet sitesi; Seni Yaşamadan Olmaz, Sokakbaşı, Kayık Tepe Operasyonu, Maraş’ın Cezbeli Gülleri ve Marallar Oymağında Bir Ceylanla Oturup Ağlamak kitapları ile şehrimizin bilgi dağarcığına malzeme taşımış ama maalesef hak ettiği ilgiyi görememiş Hasan Ejderha’nın emek verdiği, genç şair ve yazarların yetişmesinde inkâr edilemez faydası bulunan bir internet sitesidir. Bu sitede üniversite okumak için başka ülkelerden şehrimize gelmiş ve okullarını başarıyla bitirip ülkelerine dönmüş birçok insanın eserleri de yayınlanmaktadır aynı zamanda. Dünyanın her yerinden gönderilen yazıların buluştuğu bir sitedir yoldakikalemler. İlk hikâyelerin bu sitede yayınlanması hem bize cesaret ve hem de tecrübe kazandırdı. Evelâhir ve Yitiksöz dergilerine hikâye ve yazı gönderirken yoldakikalemler’den alığım cesaret etkili oldu tabii ki.

 

Sizin bir “Hikâye Malzemeleri Dükkânı” seriniz var. Dükkân sahibi peşin satan gibi mi oturuyor, veresiye satan gibi mi? Biraz bu dükkândan ve alışverişinizden bahseder misiniz?

 

Hikâye Malzemesi Dükkânı da yine yoldakikalemler’de tecessüm etmiş, çok rastlanmayan hikâyelerin yayınlandığı, zaman zaman bizim söyleyemediklerimizi gelen müşterilerin, ziyaretçilerin söylediği, “çayı fikirli” hayali bir yerdir. Dükkânın sahibi peşin satan gibidir, çünkü veresiyesi yok. Akçe-i hikâye dediğimiz ücret peşin alınıyor. Ama çağın gereklerine uyularak her türlü kredi kartı geçerlidir. Fakat göz boyamak için dokuz doksana mal satmak veya yüzün üzerini çizip elli yazmak asla bizim ticaretimizde yok.

 

Hikâye yazmaya devam ediyorsunuz. “Yazı gaye değil” derdi bir büyüğümüz. Yazmanın sizdeki karşılığı nedir? Hikâyelerinizi nasıl yazarsınız?

 

Benim üç tane dedem vardı. Annemin, babamın babaları ve babamı yetiştiren dedem. Babanım babası kendi iki yaşındayken ölmüş. Annemin babası başka bir köydeydi. Babamı yetiştiren dedem ben on beş yaşındayken öldü. Yemen, Fındıcak (Dönüklü) ve Maraş harbine katılmış birisiydi. Osmanlı döneminde birçok savaşa katılmış insan vardı çocukluğumuzda bizim köyde. Mekânları cennet olsun, birer ikişer göçüp gittiler. Onlar yaşarken, ilkokulda öğretmenimiz bize Jules Verne’in Seksen Günde Devriâlem kitabını okutuyordu. “Yazı olmasaydı, dille söylenen söze kim inanırdı?” demiş Kutadgu Bilig. Köydeki, dünyayı neredeyse yaya gezmiş, dünyanın her halini bizzat yaşamış o insanların hatıraları kendileriyle birlikte gitti. Onlar cephelerdeyken, köydeki kadınların ne yiyip ne içtiğini soran eden yok daha. Benim derdim; bildiğim, gördüğüm şeylerin benimle yitip gitmemesi. Yazıya dökülüp bir yerlerde kalması. Yoksa kitap yazmak, fuarlara katılmak, ödül peşinde koşmak gibi bir derdimiz yok elhamdülillah.

 

İlk kitabınız okuyucuyla buluştu, diğer kitapların habercisi diyebilir miyiz bu kitap için. Yeni kitap çalışmalarınız olacak mı?

 

Hikâye Malzemesi Dükkânı’nın biraz eksiği var. Biraz da benim eksiğim var tabii. Şu eksiklikleri bir giderelim, inşallah ikinci kitap çok gecikmeden çıkmış olur. Aynı zamanda Yitiksöz’de çıkan hikâyeler ve yeni yazılacak olanlarla üçüncü kitap hayalimiz de var.

 

Söyleşi: Enver Çapar

 

Evelâhir Sayı - 21