İSMİNDEN DAHA DEĞERLİYDİ: SERVET DURSUN
Servet Dursun’u (d.1981-ö.2023) ilk, bir kütüphane açılışı hazırlıkları esnasında, bir kamyonet dolusu sandalyeyi şen şakrak bir şekilde indirirken görmüştüm. Normalde belediyede bu tür işler, angarya sayılır. Bu yüzden de hiç kimse yapmaz istemez. Gurur yapılır daha doğrusu. “Neden ben taşıyormuşum?” çıkışlarına “O niye yapmıyor?” itirazları eşlik eder. Servet ise hiç bu tür tartışmalar, dalaşmalar, kavgalar içine girmezdi. Ona bir görev mi verilmiş, tamam, yapalım işte deyip başlardı. O yüzden kimsenin talip olmadığı, bir sürgün yeri gibi görünen KAFUM’da yıllarca çalıştı. Orada onlarca fuarın kurulmasına, kaldırılmasına, denetlenmesine eşlik etti. Son yıllarda KAFUM’daki depoya taşınan kitaplarla da canı gönülden ilgilendi. Servet’te sızlanma görülmezdi, o tam bir vazife adamıydı.
Kanım kaynamıştı Servet’e, bir yandan sandalyeleri indirip diğer yandan şakalar yaptığını gördüğümde. İş insanı böyle olmalı derdim. Söylenmeler, sızlanmalar, tartışmalar, somurtmalar bir nevi aslında iş yapmaktan kaçmaktır çünkü. Servet işten kaçmazdı. Ayrıca ayrımcılık da yapmazdı. İşte şu kişi bana bunu dedi, ona günü geldiğinde göstereceğim gibi nefret ve kin dolu sözler ettiğini bilmem. Daire başkanının yanında da saygılı, espri yapmaya veya yapılan espriye karşılık vermeye hazır, çocuksu bir yüz ifadesi vardı; bir çaycının yanında da aynı şekilde tavrından, sözlerinden ödün vermeyen, kesinlikle sahteliğe veya küstahlığa kaymayan ama yapılan şakaya da en tatlı şekilde karşılık veren bir yapısı vardı. Onun bu, insanlar arası ilişkilerdeki doğallığına, kontrolüne hayrandım. O yüzden olsa gerek Servet’le ilgili hiç kimse kötü bir söz edemez, etmez. Çünkü onda şahsiyetsizliğe özgü yılışıklığın esamisi bile bulunmazdı
Samimiyet, her bünyenin aslında her insanın kaldırabileceği bir durum değildir. Bir insana biraz samimi davrandığınızda, o sizinle aranızdaki çizgiyi göremez ve o çizgiye göre hareket edemez hâle geliyorsa, şahsiyet sorunu yaşıyor demektir. Toplumsal statü, yaş, eğitim, aile gibi faktörler, insanlar arası ilişkilerde her zaman belirleyici olmuştur. İnsan bu yüzden kendini bilmelidir ki, haddini aşmasın, saygısızlık yapmasın. Servet'te öyle güçlü bir karakter vardı ki, hiçbir zaman o sınırı aşmazdı. Samimiyeti taşıyabilen, sindiren, suiistimal etmeyen biriydi Servet. Kaldı ki çok şakalaşmışızdır. Gözümüzden yaş gelinceye kadar kahkahalarla güldüğümüz günler olmuştur. Ama o, bana saygısını hiçbir zaman yitirmemiştir. Nasıl davranacağını, nasıl konuşacağını her zaman bilmiştir. Şımarıp yılışan ölçüsüzler, şahsiyet yoksunları ya da gevşek şahsiyetliler gibi olmamıştır.
Tekrar belediyedeki çalışanlar arası ilişkiye döndüğümüzde, en çok sıkıntı yaşadığım hususun bu olduğunu belirtmeliyim. Biraz içten, hesapsız bir sohbetin bile haftalar, belki aylar süren bedelleri olmuştur. Çünkü karşıdaki kişi sizi hemen yanlış anlamıştır. Hemen kendisiyle sizi bir tutmaya başlamıştır. Oysa beş dakika, belki de bir çay içimi sohbet etmişsinizdir, onu yargılamadan, küçümsemeden, kınamadan, ezmeden. Bu insani hâlinizin bedeli büyük olacaktır. Bir sonraki karşılaşmanızda, size kendi akranına bile yapmayacak şakalarla cevap verir, işle ilgili bir şey söylediğinizde dinlemez, dalgaya alır, haddi olmayan konulara girip temelsiz çıkarımlarda bulunmaya başlar. Kısacası, sizi bin pişman eder, ona biraz güldüğünüz, onunla samimi olarak birkaç fikir paylaştığınız, az da olsa onunla vakit geçirdiğiniz için. Bu yüzden belediye çalışanları arasında “Mütevazi görünme, öyle sanırlar” sözü meşhurdur. Yani insanlara olduğundan daha mülayim, hoşgörülü, anlayışlı davranma, seni o seviyede sanır ve öyle davranmaya başlar. Kendini olduğundan yüksek göstermek ve öyle havalı civalı sözler etmek ise, belediyede her zaman geçer akçe olmuştur. Maalesef böyle.
Servet’te böyle bir karakter zafiyetine hiç rastlamadım. Onu ne zaman aradıysam, “Buyur emret hocam” diye açtı telefonu. Ne söylediysem, hep olurunu bulmaya çalıştı. Öyle eften püften bahanelerle işi yokuşa sürmedi hiçbir zaman. O an, söylediğim şey elinden gelmiyorsa da yardımcı olmaya çalıştı. Kendisinin bir isteği olduğu zaman da bunu yine zarafetle, esprilerle ifade ederdi. Mesela sabah yanına uğrayacağım Servet’in; normalde belediye arabasıyla, belediye personelinin bana getirmesi gereken kitapları alacağım. Servet telefonda, “Çay hazır hocam, yanında sıcak simit ne güzel olur” derdi. “Senin canın sağ olsun” diye cevap verirdim. Ona simit, poğaça veya başka bir şey alıp götürdüğümde, kendimi hiç kandırıldım, enayi yerine kondum duygusu içinde bulmadım. Servet bu şekilde her davranışında doğal, samimi, hesapsız, çıkarsız hareket ederdi.
Servet işi gereği çok fitne fesat, dedikoducu, içten pazarlıklı kişilerle vakit geçirmek zorunda kalırdı. Uzun bir yolculuk mesela, bunlardan biri. Ya da fuarda belediye standını beklemek gibi. Tabii ister istemez çevrilen oyunların, atılan iftiraların, alttan alta sürdürülen husumetlerin farkındaydı. Bunları duyardı, görürdü. Mesela belediyede sık sık ortam gerilir, insanlar birbirine girer. Bu gibi günlerde ne zaman Servet’e “Ne oluyor?” diye sorduğumda, o her zaman insanın kalbini yumuşatan gülücükleriyle, ellerini iki yana açar, “Ben bilmem hocam, büyüklerimiz daha iyi bilir” derdi. Oysa ondan daha iyi bilen yoktu. Yine insanlar küçük hesaplar peşinde koşmaktaydılar. Servet, kendini bunun dışında tutmayı başarırdı. Öyle hemen yorum yapmaya, kınamaya, sövmeye başlamazdı. Kimsenin arkasından atıp tuttuğunu da görmedim Servet’in. Kendi mütevazi yaşamı içinde adeta bir dervişti Servet. Kalbi temizdi. Gerçekten temizdi ama. Gözlerinin içine bir kez bile bakan birisi, onun nasıl temiz kalpli olduğunu görürdü. Onda en çok şaşırdığım şeylerden biri de buydu: Bu kadar fena insanla arayı bozmadan geçinmek. Ama onlara hiçbir zaman benzememek. İşte Servet’in yaşam sanatı bundan ibaretti. Sanki o öyle gür, saf bir su kaynağıydı ki, hiçbir pis akıntı onu kirletmiyor ve bulandırmıyordu.
Hesapsız dedik ya Servet için. Buna beklentisiz sıfatını da eklememiz lazım. O, bir müdürle konuşurken de, bir temizlik görevlisine çay ikram ederken de beklentisizdi. Gönlü geniş de diyebiliriz buna. Hani karnı kurtlu insanlar vardır. Kendinin olmayan şeyleri bile diğer insanlardan kıskanırlar. Hani mesela belediye fuarına gelenlere ikram edilsin su getirilmiştir, bazı görevliler bu suları saklar, hatta çalışma arkadaşlarından bile kıskanırlar. İkram edilmesi için getirilen suları, depolarda tozlanmaya bırakırlar. Niye böyle yaparlar bilmem. "Gönlü dar" deriz Maraş’ta bu tip kişiler için. Servet ise bir istersin iki verir, iki istersin beş verirdi. İşinin ehli bir insandı. Bonkördü. Gönlü dar insanlara hiç benzemezdi. Ekmeğinin helal olan kısmıyla ilgilenirdi o. Hiçbir zaman hiç çalışmayayım, ne de olsa aynı maaşı alıyorum havasına girmedi. Ne de belediyedeki işini çantada keklik görüp dışarıda başka işler peşinde koştu. Her zaman net olmaya çalıştı. Mesela “Servet fuar alanında mısın?” diye telefon açardım ona. “Değilim hocam, eve varmaya iki dakka kaldı” derdi. “Gelir misin, acil bir iş var” dediğimde, “Çok mu acil?” diye sorardı. “Çok acil” dediğimdeyse, yolundan döner fuar alanına gelirdi. Ve o an ne bir surat asma ne bir laf dokundurma görülürdü onda.
Hani iş ortamından yıldığımız, iş arkadaşlarımızdan usandığımız anlar vardır. Ruhumuzun ne işim var benim burada, bu insanlarla diye isyan etmeye başladı anlar. O gibi anlarda, yanına gidince söylediğinizi anlayan, adeta ruhunuzu okuyup, hiçbir değerlendirmede bulunmasa da susmasıyla, yüz ifadesiyle, gözleriyle sizi rahatlatan, sabrınızı artıran insanlar vardır. Servet benim için öyle bir dosttu. Onun yanına gider, havadan sudan, köylerden, bağlardan, bahçelerden, dağlardan söz eder rahatlardım. “Yine dertlisin hocam ha!” derdi, “Yine dertliyim Servet” derdim.
Servet’in hastaneye kaldırıldığını dostum, iş arkadaşım Hakan Kocabıyık haber vermişti. Kalbime bir acı çöreklenmişti o zaman. İnşallah Rabbim çoluğuna çocuğuna, bizlere bağışlar Servet’i diye konuşmuştuk. Ciddi bir hastalık olduğunu söylemişti Hakan, ağlamaklı sesiyle dua istemişti. Sonra Servet hastaneden çıktı. Nasıl mutlu olmuştum! Hakan’a “Yanına gidelim, sen ayarla” demiştim. O sıra belediyeden ayrıldım, Maraş’a veda etmek zorunda kaldım, Ankara’ya taşındım. Bir süre sonra ben Ankara’dayken Hakan yeniden arayıp, Servet’i kaybettiğimizi söylediğinde yıkılmıştım. Cenazesine katılamamış olmam, beni ayrıca üzmüştü. “Allah’ım sevdiğin kullarını erkenden katına alırmışsın, ne olur Servet’i de sev, onu cennetinin en güzel makamlarında ağırla” diye dua ettim. Servet ismi gibi dostluğu, insanlığı servet değerinde bir candı. Onu unutmayacağım.
Ömer Yalçınova
Evelâhir Sayı - 22