KADERİ MARAŞ-TRABZON HATTINDA KESİŞEN ŞEHZÂDE: YAVUZ SELİM

 

1541’de vefat ettiği tahmin edilen Saçaklızâde Osman Efendi, Of ve çevresinin İslâmlaşmasında mühim rol oynar. Maraş ve Trabzon arasındaki diğer bir tarihî bağ ise Yavuz Sultan Selim Han’dır.

 

Maraş’ın en işlek bulvarı “Trabzon Caddesi’dir”. Aynı şey Trabzon’daki “Maraş Caddesi” için de geçerlidir. Bunun sebebi Maraş-Trabzon gönül bağının oldukça tarihî bir derinliğe sahip olmasıdır. Trabzon ilk kez Fatih’in 1461’deki fethiyle İslâm’ın nuruyla şereflenmeye başlar ve Trabzon’un ilk Müslümanları Osmanlı askerleri olur.

 

Osmanlılar bölgeye Müslüman ahalinin yerleştirilmesi ve İslâm’ın yayılmasına büyük önem verirler. Trabzon’a tebliğ ve irşâd için gelenler arasında Maraşlı Osman Efendi ve kardeşleri ayrı bir yer tutar. Osman Efendinin Saçaklızâde ailesinden olduğu tahmin edilmektedir. Ancak eldeki bilgiler rivayetlerden ibaret olduğu için geliş tarihi de şüphelidir. 1541’de vefat ettiği tahmin edilen Saçaklızâde Osman Efendi, Of ve çevresinin İslâmlaşmasında mühim rol oynar. Bu sebeple Maraşlıların Trabzon bölgesinin İslâmlaşmasında fevkalâde bir hizmetinin olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

 

Maraş ve Trabzon arasındaki diğer bir tarihî bağ ise Yavuz Sultan Selim Han’dır. Onun 50 yıllık ömründe Anadolu’nun bu iki güzide şehri müstesna bir yer teşkil eder. 1470 yılında Amasya’da dünyaya gelen Yavuz Selim çocukluk günlerinin bir kısmını Amasya’da bir kısmını da İstanbul’da dedesi Fatih’in yanında Topkapı Sarayı’nda geçirir. Fatih’in bu en sevdiği torunu, dedesinin kendisini dizine oturtarak sevdiği anları hiç unutmayacaktır. Fatih’in 1481’de ani ölümüyle babası 2. Bayezıd’ın tahta oturması, onun da sancak beyliği günlerini başlatır.

 

Tebriz’den gelen ticaret yolunu Karadeniz’e bağlayan Trabzon Limanı işlek bir ticaret merkezi olmanın yanı sıra Doğu Karadeniz’in de kalbidir. Bu itibarla bir şehzadenin buraya sancak beyi olarak atanması Osmanlı bürokrasisi açısından tesadüfî değildir.

 

En geç 1485 gibi Trabzon sancak beyliğine atanan Şehzade Selim çeyrek asır Trabzon’u büyük bir dirayetle idare edip Karadeniz’in hırçın dalgalarını seyrede seyrede yetişir. Tecrübe kazanır, ilim ve irfân dünyası zenginleşir. Doğuştan gelen kabiliyetinin de tesiri ile basiret ve feraset sahibi, yetenekli bir komutan, devlet işlerinde hata ve ihmâli affetmeyecek kadar aşırı hassas, otoriter bir hükümdar namzedi olur. Şüphesiz ki onu her şeyiyle hükümdarlığa hazırlayan çevre Trabzon’dur. Bu sebeple Yavuz’un padişahlık dönemindeki tavır ve davranışlarının izlerini Trabzon’da aramak yanlış olmayacaktır.

 

Annesi burada vefat eder ve defnedilir. Bugün Trabzon, Dulkadır Prensesi Maraşlı Ayşe Gülbahar Hatun’u Yavuz’un emaneti olarak bağrında barındırmaktadır.

 

Şehzâde Yavuz Selim, 2. Bayezıd’ın küçük oğluydu. Payitahtta Sadrazam Ali Paşa’dan birçok divan üyesine varıncaya kadar büyük bir ekip Şehzade Ahmed taraftarıydı. Âlim bir şahsiyet olan ve asıl ilgisini Türk denizcilerini himaye ve desteklemeye yöneltmiş olan Şehzade Korkut’un da azımsanmayacak kadar bir taraftar kitlesi vardı. Hiç kimse sert ve hırçın tavırları dolayısıyla “Yavuz” diye anılan Şehzade Selim’e taht şansı vermiyordu. Ancak kaderin hükmü başka tecelli edecek ve Trabzon, ona padişahlığa giden yolun kapısının açıldığı şehir olacaktı.

 

1501’de İran’da Akkoyunlu Devletini yıkarak Şii Safevi Türkmen Devletini kuran Şah İsmail; Anadolu’da faaliyetlerini artırmış, halife veya daî adı verilen propagandacılarıyla Anadolu Türkmenlerini Şiileştirmeye çalışıp, yer yer isyanlar çıkarıyordu. 2. Bayezıd’ın yaşlı ve hasta oluşu nedeniyle devlet adamları dikkatlerini müstakbel padişah adayını belirlemeye yoğunlaştırmış bir şekilde Şii tehdidini göz ardı ediyorlardı. Tahtın en güçlü adayı Şehzade Ahmed’in de tüm dikkatini taht meselesine çevirdiği ortadaydı.

 

Osmanlı müttefiki Dulkadırlı Alâuddevle Beyin, kızı Benli Hatun’u kendisine vermemesini bahane eden Şah İsmail 1507 yılında çok cüretkâr bir şekilde Osmanlı toprağı olan Sivas üzerinden Elbistan ve Maraş’a gelerek bölgeyi yakıp yıkmıştı. Osmanlı her ne kadar Kayseri civarında büyük bir ordu toplayarak Şah’ın Osmanlı topraklarına girmesine engel olmuşsa da askeri olarak harekete geçmemesi onun hem yaptıklarının yanına kâr kalmasını sağlamış hem de cesaretini artırmıştı. Ancak tehlikenin farkında olan birisi vardı. Şii tehdidinin daha şimdiden toplumu böldüğünü ve devletin bekâsını tehdit ettiğini anlamakta gecikmeyen Trabzon Sancak Beyi Şehzâde Selim harekete geçmekte gecikmeyecektir. 1508’de düzenlediği meşhur Kütayis Seferi ile Erzurum, Bayburt, Gümüşhane, Kelkit gibi çok sayıda il ve ilçenin bulunduğu mühim bir araziyi Şiilerden alarak, Şah İsmail’in kardeşini de mağlûp ve esir eder.

 

Bu gelişme bir anda şehzadenin şöhretini artıracak ve Şii tehdidine karşı bir ümit hâline gelmesini sağlayacaktır. Anadolu’nun her yanında “Yürü Sultan Selim Devrân Senindir” türküleri söylenmeye başlar. Neticede diğer bir kısım hadiseler sonucu şehzadeye taht yolu açılacak ve 1512’de Yavuz Sultan Selim namıyla Osmanlı tahtının yeni sahibi olacaktır. Böylelikle Trabzon, Yavuz’a taht yolunun açıldığı şehir olur.

 

Yavuz’un Maraş’la ilişkisi ise çok daha derin ve stratejik bağlarla kurulmuştur. Annesi Ayşe Gülbahar Hatun Dulkadır hükümdarı Alâuddevle Bey kızıdır. Yani ana tarafından Maraşlı ve Dulkadir Türkmeni’dir. Yavuz’un Dulkadir Türkmenleriyle akrabalık bağları bölge üzerindeki dikkat ve ilgisini kuvvetlendirmektedir. Maraş’ın Anadolu-İran-Suriye hattında çok stratejik bir kilit taşı konumunda oluşu bölgenin ehemmiyetini ziyadesiyle artırmaktadır ve Yavuz da hem Safevi hem de Memlûk hedefleri konusunda bunun farkındadır.

 

Memlûklere karşı verdiği bağımsızlık mücadelesini kaybederek, Kahire’de idam edilen Dulkadirli Şahsuvar Beyin oğlu Ali Bey Rumeli’de Osmanlı sancak beyidir ve halazâdesi Yavuz Sultan Selim’in mühim askeri müşavirlerindendir. Şahsuvaroğlu Ali Bey’in Osmanlı hizmetinde bulunması Maraş meselesinde Yavuz’un elini kuvvetlendiren bir husus olur.

 

Şahsuvaroğlu Ali Bey kendine bağlı Dulkadir Türkmenleriyle birlikte Çaldıran Savaşı’nda Osmanlı ön saflarında büyük hizmet eder. Ardından Turnadağı Savaşı’nda da (1515) Alauddevle Ordusuna karşı yine Osmanlı Ordusu saflarında yer alır.

 

Maraş’ın Osmanlı için stratejik ehemmiyeti, Anadolu Türk Siyasi Birliğini sağlama politikası ve bölgenin yoğun Türkmen nüfusu Yavuz’u Maraş’a yönelten ana sebeplerdi. Şahsuvaroğlu Ali Bey’in Osmanlı tarafında olmasının Dulkadir kuvvetlerinin bölünmesinde ve harbi Osmanlıların kazanmasında mühim tesiri olur.

 

Yavuz’un da anne tarafından Dulkadirli oluşu ve bir anlamda Dulkadir mülkünün doğal varislerinden oluşu bu neticeyi hazırlayan en önemli faktörlerdendir. Kısaca Turnadağı Savaşı için bir Dulkadirli iç hesaplaşması demek herhâlde abartı olmayacaktır.

 

Başta Maraş olmak üzere tüm Dulkadir mülkünün Osmanlı’ya geçmesiyle Suriye-Mısır yolu açılacak ve padişah ertesi yıl Mısır Seferine çıkarak cihân tarihinin akışını değiştirecek çok mühim neticeleri alacaktır. Şahsuvaroğlu Ali Bey bu seferde de Osmanlı Ordusu ön saflarında mühim vazifeler icra ederek başarının kilit isimlerinden birisi olacaktır.

 

Tüm bu gelişmeleri göz önünde bulundurduğumuzda Yavuz’un Şahsuvaroğlu Ali Beyle yakın ilişkisinin şehzadelik dönemine kadar uzandığını düşünmemek elde değildir. Yavuz, saltanatının başından sonuna kadar yanından ayrılmayan ve tüm seferlerinde kendisine verilen vazifeyi büyük bir maharetle icra eden bu Dulkadir Şehzâdesini artık bir Osmanlı mülkü olan Maraş Beylerbeyliği'ne atamakta da tereddüt etmez. Yani Maraş’ı, yine Maraş’ın kahraman bir evlâdının eline teslim eder.

 

Yavuz’un Maraş’a geldiğine dair herhangi bir kayıt olmamasına rağmen, Maraş coğrafyasıyla bu kadar yoğun bir ilişkisinin olması onun kökleri ve tarihi misyonunun bir neticesi olmuştur. Bu sebeple Maraş, aynen Trabzon gibi Yavuz Sultan Selim Han’ın kaderinde müstesna bir yere sahiptir.

 

İbrahim Kanadıkırık

 

Evelâhir Sayı - 9