KÂDİM KARDEŞLİĞİN İZLERİ: MARAŞ CADDESİ

 

Maraş’taki Trabzon Caddesi’yle Trabzon’daki Maraş Caddesi ne kadar birbirine benziyordu. Maraş Caddesi’nin meydanında tam da Trabzon Caddesi’nde olduğu gibi bir Atatürk heykeli bulunmaktaydı. İlk hayretim de bu oldu aslında.

 

Trabzon’a, nâm-ı diğer Şehzâde Şehri’ne varmak üzereydim. Şehrin sınırlarına ulaşırken pek de yabancı bir memlekete gider gibi hissetmiyordum kendimi. Sonuçta memleketim Kahramanmaraş’la Trabzon arasındaki ezeli kardeşlik ve birbirine karışan izler kendini hem mimari hem de manevi anlamda hissettiriyordu.

 

Trabzon’da adımımı attığım ilk yer Maraş Caddesi oldu. Yağmurun karşıladığı bu manidar misafirlik, kendi memleketimin ismini, bir cadde üzerinde görmekle yerini heyecana bırakmıştı. Dolayısıyla diyebilirim ki Akdeniz’den Karadeniz’e varmış olmak beni Maraş’tan çok da uzaklaştırmamıştı. Sahi, Maraş’taki Trabzon Caddesi’yle Trabzon’daki Maraş Caddesi ne kadar birbirine benziyordu. Maraş Caddesi’nin meydanında tam da Trabzon Caddesi’nde olduğu gibi bir Atatürk heykeli bulunmaktaydı. İlk hayretim de bu oldu aslında. Caddeyi biran evvel keşfetmek için sabırsızlanıyordum ki tam o sıra Atatürk heykelinin çaprazındaki çeşmeyi de gördüm. Buna benzer bir çeşme, Trabzon Caddesi’nin bittiği noktada da vardı. Demek ki zaman değişse de aslî ihtiyaçlar hiç değişmemişti. Zamanında Maraş Caddesi’nin başladığı yerden itibaren ihtişamıyla kendini gösteren bir kent meydanı toplumun ihtiyacını karşılamak için bir inci gibi dizilmişti. Maraş Caddesi’nden çarşıya uzanan bu yol tıpkı bizim Kapalı Çarşı’mıza benziyor ve Maraş’tan gelen misafirlere ev sahipliği yapıyordu. Lokantalar, pastaneler, hatta banka şubeleri bile sanki iki şehrin tek yerleşim planıydı.

 

Her şehirde göreceğiniz “Maraş Usulü Dondurma” yazısı Trabzon’daki Maraş Caddesi’nde de karşıma çıkınca gülümsemeye başlamıştım. Kaldırım taşları dahi birbirine benzeyen, benim kâdim kardeşliğin izleri olarak nitelendirdiğim Maraş’ta Trabzon Caddesi’nin ve Trabzon’da Maraş Caddesi’nin bir diğer ortak yönüyse kendini camilerinde gösteriyordu. O gün Maraş Caddesi’nde bir Maraşlı olarak yürüdüğümü yalnız ben bilirken sanki yağmurdan sonra sıcaklığını hissettiren güneş de bilir gibiydi. Ecdadımızın kıymetli olan bu yadigârını bir çiçek gibi göğsüme takmıştım. Ayrıca Maraş Caddesi’nde tanıştığım her esnafa Maraşlı olduğumu söylediğimde “Memleketinize hoş geldiniz!” deyişleri ve gözlerindeki ışık, benim daha da heyecanlanmamı ve biraz da olsa duygulanmama sebep olmuştu. Anladım ki ezelden gelen bu manevi kardeşlik yalnızca şehrin yapısına değil insanların gönüllerine de sirayet etmişti.

 

Trabzon’u tanımaya çalışırken attığım her adımda Maraş ve Trabzon caddeleri arasında mevcut olan bu çok sayıdaki ortak özellikleri keşfediyordum. Bu caddelerin bir kısmının trafiğe kapalı oluşu, caddenin uzunluğunda sıralanan mağazalar, aktarlar, yöresel lezzet şöleni ve bakır işçiliği yapılan atölyeler sanki bilhassa Maraş’tan Trabzon’a, Trabzon’dan da Maraş’a hususi olarak açılmıştı. Şehrin içinde gizli olan Arnavut kaldırımlı taş sokakları sanki ruhumu bizim Kapalı Çarşı’mıza savuruyordu. Bu manevi benzerlik kendini şehrin her detayında gösteriyordu. Câmilerin minarelerinden yükselen ezan ve sâla sesleri sanki bizim Ulu Camii’mizde yankılanıyor hissi uyandırıyordu kalbimde. Uzaklığın yakınlığı arasında kalmıştım resmen. Gözlerimi dağlara doğru çevirince yükselen orman ve yemyeşil doğasıyla Trabzon’daydım.

 

Neredeyse her cadde de kendini gösteren camiler arasında da bir benzerlik dikkatimi çekmişti. Hem Maraş’ta hem Trabzon’da tarihi dokusunu kaybetmeyen camiler namaz vakitleri haricinde de insanları bünyesine davet ediyor. Trabzon’da özellikle eski devir Osmanlı mimarisini yansıtan Gülbahar Hatun Camii’nin duvarlarındaki taş işçiliği tıpkı bizim Ulu Camii’miz ile aynıydı. Tabii bizim Ulu Camii’mizin tavanlarının ahşap oluşu Trabzon’daki birçok camiden kendini ayırır nitelikteydi. Trabzon’un geçmişine baktığımızda; Osmanlı himayesine alınmadan önce Bizans’a ait olduğundan burada Ortodoks Hristiyanları’nın önemli katedral ve kiliseleri varmış. Birçok kilise ve katedral fetih ile camiye çevrildiğinden o camilerde freskler ve mozaikler gözüme çarpmıştı. Mesela Ortahisar Fatih ve Yeni Cuma camileri bunlara en belirgin örneklerdir. Bu yönüyle Trabzon camileri Maraş camilerinden ayrılıyor. Bu camilerden ayrılıp Trabzon Tavanlı Camii’ne girdiğimde ise ahşap mahfile dokunmamla sanki yeniden ruhum Maraş’a savrulmuştu. Şadırvanlar ve son cemaat mahalleri de kulak verenlere biz Maraş ile aynileştik diyordu. İklimin etkisi ile yerleşim ve mimari de farklılıklar olsa da bu detaylar yeniden bir ortak nokta ile buluşuyordu. Benzerlikleri ve ayrıcalıklarıyla Maraş ve Trabzon arasında sımsıkı bir kardeşlik olduğuna artık daha da emindim.

 

Bir de sık sık kendini hatırlatan ve unutmama mahal vermeyen, sicim gibi yağan yağmuruyla burası tam bir Karadeniz toprağıydı. Bir günde dört mevsimi yaşatan bu şehir hakikaten yüzlerce kilometrenin zahmetini çekmeye değerdi. Artık gitme vakti geldiğinde sırtımı Maraş Caddesi’ne yaslamıştım. Trabzon Caddesi’nde yer alan çınarların gölgesi, âdeta Maraş Caddesi’nde salınarak “Hoşça kal!” diyordu bana...

 

Elif Naz Baykuş

 

Evelâhir Sayı - 9