MUSTAFA AYDOĞAN: “MARAŞ BIR COĞRAFYA DEĞIL, BIR SONSUZLUK KISTASI

 

Maraş benim yol güzergâhımda herhangi bir nokta değil, başlangıç noktasıdır. Talihin bana armağanıdır. 

 

Kahramanmaraş’ın sizde çok özel bir yeri var. Neden böyle? Kahramanmaraş sizce nedir?

 

Kahramanmaraş’ta doğdum. Ben bir Maraş çocuğuyum. Orası benim yurdum. Çocukluğumun ve gençliğimin yurdu. Latin Amerikalı yazar Jorge Amado’nun “insanın anayurdu çocukluğudur” sözü çok etkileyici ve fazlasıyla isabetli. Benim için de öyle. Anayurdun dışındaki her yer gurbettir. Çocukluğun dışındaki hayat da öyle. İnsan, aslında, büyüdükçe gurbete doğru gider. Büyümek, gurbetin sınırlarından içeri dalmaktır. “Eskiden her şey ne güzeldi” diyen birisi aslında sadece çocukluğundan bahsediyordur. Yoksa şu dünyada güzel olan pek bir şey yok. Duygularımızın kaynağını çocukluğun geniş hayal gücü belirlemiştir. Bence insan varoluşa da çocukluğundan uzanan iple tutunur.

 

Yola çıkışım Maraş’tan olmasaydı, bugüne değin geçtiğim yolların çoğundan geçmemiş olabilirdim ve bugün bulunduğum yerde olmayabilirdim. Maraş benim yol güzergâhımda herhangi bir nokta değil, başlangıç noktasıdır. Talihin bana armağanıdır.

 

Uzun süredir Ankara’dasınız. Maraş’tan ne zaman ayrıldınız? Ayrılmadan önceki yıllarınızı merak ediyoruz.

 

Maraş’tan üniversite okumak için ayrıldım. Dönmemek üzere ayrıldım. Çünkü beni Ankara’ya götüren asıl neden üniversite değil edebiyattı. Fikir ve şiirdi. Bu iki hususun bir büyük şehrin ruhuna ihtiyacı olduğunu düşünüyordum. Öz olarak değil, süreç olarak. Ankara’da Nuri Pakdil ve Cahit Zarifoğlu vardı. Edebiyat ve Mavera vardı. Bu kişilerin ve bu dergilerin içinde bulunduğu iklime girmek istiyordum. Benim için en büyük hadise bu dergilerin yazarları arasında yer alabilmekti. Zarifoğlu ile mektuplaşıyorduk. O dönemin birçok genci gibi ben de Zarifoğlu’na mektup yazdım ve mektuplar içinde şiirler gönderdim. Sonra bir gün o şiirlerden birini yayınladı. Ben bir daha mektup yazmadım. Dahası ona cevap vermedim. 16 yaşındaydım ve mahcuptum. Dergide zaman zaman adımı andı. Benden mektup ve şiir beklediğini ifade eden ısrarlı yorumlara yer verdi. Ama yazmaya utandım, cevap vermeyi hadsizlik olarak gördüm galiba. Yanlış ve tuhaf görünebilir bu tutumum ama böyle oldu. Nuri Pakdil bir muamma idi. Anlaşılması güç ama etkileyici bir imge gibiydi benim için. Sezai Karakoç İstanbul’daydı, çok seviyor ve önemsiyordum ama nedense parasız öğrenciliğime Ankara’nın daha çok çare olabileceğine inanmıştım.

 

Maraş’ta sağım-solum, içim-dışım edebiyattan ibaretti desem abartmış olmam. Bir edebiyat ortamı vardı ve bu ortam bize gerekli heyecanı ve cesareti veriyordu galiba. Bu nedenle Maraş benim için bir yurt olduğu kadar, belki de daha çok fikir ve şiir mekânıydı. Hem lisedeki arkadaşlarımızla hem de okul dışı ama edebî ilgiler bağı ile bağlı olduğumuz arkadaşlarımızla fikir ve şiir çevresinde şekil alan bir hayat biçimimiz olmuştu Bu anlattıklarımızdan şu sonuç çıkıyor olmalı: Edebiyat, aslında, bir tercih değil bir kaderdir.

 

Maraş’la edebiyat arasında bir ilişki var mıdır gerçekten? Maraş’tayken edebiyatla ilgilenen arkadaşlarınız var mıydı? O yıllarda Maraş’ta bir edebiyat ortamının olduğu söylenebilir mi?

 

Önceki soruya verdiğim cevapla bu soruyu da cevaplamış oldum aslında. Benim açımdan tam bir edebiyat ortamı vardı, diyebilirim. Arkadaşlarımız için de aynı şekildeydi. Bence edebiyat bir ilgiler ve ilişkiler manzumesidir. Hem ilgi hem de ilişkinin birlikte var olduğu duruma “ortam” diyoruz. Edebiyat bir ilgi diriliği ve gerilmişliğidir ve bir ilişki biçimine mecbur kılar insanı. Yazdığınız şiiri tartışacağınız/göstereceğiniz, kavgasını yapacağınız muhataplarınızın olması gerekir. Ortam buradan doğar.

 

Birkaç gazete vardı ve o gazetelerin kültür sayfalarında yazıyorduk. Yazdıklarımızın bir yankısı olduğunu hatırlıyorum. Eleştiri veya övgüler duyardık. Sonradan öğrendim ki o gazetelerin o sayfaları bize N.Pakdil’den, C. Zarifoğlu’ndan mirasmış. Bizden önce de onlar o sayfalarda yazılar yazmışlar.

 

Çocuk Bahçesi, bir buluşma mekânıydı. Trabzon Caddesi de üçlü, dörtlü hatta daha kalabalık bir grup hâlinde baştan sona yürünen ve edebiyat konuşulan bir caddeydi. Bu caddenin benim hatıramdaki en büyük izi grup halindeki yürüyüşlerimiz ve tartışmalarımızdır. Bir caddenin edebiyat yönünden hatırada kalmış olması ilginç bir durum olmalı.

 

Lise yıllarında hangi kitapları okudunuz? Maraş’ta kitaba ulaşmak o yıllarda mümkün müydü? En çok etkilendiğiniz şairler kimdi?

 

Kütüphaneden ödünç kitap alıyorduk. Cumhuriyetin ilk dönem yazarlarını böyle okudum. Nuri Pakdil’in Edebiyat dergisine aboneydim. Mavera dergisini param oldukça alıyordum. Diriliş dergisini pek hatırlamıyorum, ya yayınına ara vermişti ya da Maraş’a gelmiyordu o yıllarda. Ama Sezai Karakoç’un neredeyse o güne değin yayımlanmış bütün kitaplarını almış olmalıyım. 

 

Rahmetli Yaşar Alparslan Hocanın (ki Kur'an hocamızdı) okulun bir odasını kitapçı şeklinde çalıştırması ve o günün önemli kitaplarını bu odada satışa sunması bizim için büyük bir imkândı. Oradan epey kitap aldım. Mesela Sezai Karakoç’un kitaplarını Yaşar Alparslan Hocanın sağladığı bu imkân vesilesiyle edindim. Babamdan tevarüs eden tasavvuf ilgim ve sevgim birçok mutasavvıfı okumama neden oldu o yıllarda. Özellikle büyük şair ve mutasavvıf Eşrefoğlu Rumi’yi.

 

Popüler olan kimi kitaplar da vardı okuduklarımız arasında. Huzur Sokağı, mesela. Bir diğeri Sürgün Öğretmen. Çöplüklerden yiyecek toplayarak hayatını idame ettiren Brezilyalı zenci kadın Carolina Maria de Jesus'ün hatıralarının yer aldığı Çöplük kitabı beni çok etkilemişti. Yazarı bir edebiyatçı olmamasına rağmen çok popüler olmuş ve dünyada milyonlarca satmış bir kitap. Abdurrahim Karakoç’un Vur Emri kitabı da o yıllarda epey popülerdi. Şiir tarzı olarak bize uzak olmasına rağmen A. Karakoç’un bu kitabını epey okudum o yıllarda. Farklı gelirdi bana.

 

Şiir bende üç ayak üzerinde kendine yön bulmuştur: Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu ve M. Akif Ersoy. İlginçtir mesela Necip Fazıl yoktur bende. Başlangıç olarak yani… Necip Fazıl şiiriyle temasım bir belirsizliktir. Gidip gelmişimdir, kapatıp açmışımdır. Kulaklarımızın dibinde acayip büyük bir yankıydı ve bu yankı bazen çok yoruyordu. Kitlelerin Necip Fazıl sevdasında şiirin şiiriyetinden çok ideolojik sınıflaşmanın getirdiği ölüm kalım mücadelesinin rengi vardı. Bu durum galiba N. Fazıl şiiriyle arama girdi ve bizi de daha çok mücadele kısmıyla ilgilendirdi. Belki de sadece bende böyle oldu, bilemiyorum.

 

Maraş’ta dergicilik faaliyetiniz de oldu. Hangi dergileri çıkardınız veya hangilerinin yayın kurulunda bulundunuz?

 

Esra Yazıları adlı bir dergi çıkardık. Kuzenim Feramuz Aydoğan ile Nedim Ali’nin (Daha sonra İkindi Yazıları dergisini çıkardı) önderliğinde çıkmıştı. Nedim Ali derginin maddi kısmını karşılıyordu. Tek başına. Bir çaydanlık atölyesi açmıştı Maraş’ta ve çoğumuz o atölyeye uğrardık. İçimizde maddi durumu en iyi olan oydu. Hatta tek iyi olan oydu. Nedim Ali aşırı cömert bir adamdı, gerekirse bütün parasını edebiyata ve dergiye harcamakta bir sakınca görmüyordu. Sonra o atölye battı zaten.

 

Esra Yazıları bizim kuşağın dergisi oldu. Ses getiren bir dergi olmuştu. 1981 yılında çıkmıştı ve dördüncü sayı sonunda kapandı. 1980 darbesinin devam eden baskıları vardı. Feramuz, bir seferinde, askerlerin kendisine “‘esra’ ne demek, niçin böyle bir isim koydunuz?” diye sorduklarını ve sorguya çektiklerini anlatmıştı. Derginin isminden korkmuşlar yani. Tuhaf. Derginin kapanışında Nuri Pakdil’in de etkisi olduğunu hatırlıyorum.

 

Bir mektup göndermişti ve bu mektup askeri darbenin baskılarından doğan/doğacak olan sıkıntılara meydan vermemek için derginin kapatılması gerektiğine ilişkin keskin ifadeler içeriyordu. Pakdil’in bu isteğine (dahası, kesin emrine) çok üzülmüş ve bozulmuştuk. Dergiyi çıkarmaya devam edip etmemeyi epey tartıştık ama gelecek tepkilerden çekinerek yayınına son verdik.

 

Şiirinize ne kadar yansıdı Maraş?

 

Şiirim varlığını Maraş’ta doğmuş olmama borçludur, diyebilirim. Bazılarına tuhaf gelebilir bu ifade ama böyle. Maraş ile şiirim arasındaki en sıkı bağ ve yansıma budur. İşin bir de şu yanı var tabii: Maraş, anlamını bende şiir vesilesiyle yeniden bulmuştur.

 

Maraş’a hep dönüp dönüp baktım. Cam misketlerin oyun esnasında birbirine değmesinden doğan şıkırtı benzeri bir ses aramızdan hiç eksik olmadı. Çoğu çocuğun hatırası arasında yer alır bu ses. Birbirimizin ruhuna hep dokunup durduk ve orada bu sesi hep duyduk. Maraş, hüzün ve sevinç sarmalıdır bende. Hangisinin daha derin ve keskin olduğunu tarif etmek zor. Maraş’a saygı ve hürmet duymadan yaşamak imkânsızdır ama ruhunuzun birleştiği mekânla olan ilişki, saygıdan ve hürmetten daha ileri bir şeyi talep eder. Maraş bende bir coğrafya olarak değil, bir sonsuzluk kıstası olarak vardır. Şiirime yansıması da böyle olmuştur diye düşünüyorum.

 

Rüyalarınızda Maraş’ı görüyor musunuz? Gördüğünüz Maraş hangi yıllara ait?

 

Rüyamda gördüğümü hatırlamıyorum. Önceleri belki görmüşümdür ama rüyalar çabucak unutulur, biliyorsun. Şöyle demek lazım galiba: Maraş bana rüyalar armağan etmiştir.

 

Depremden sonra Maraş’a geldiniz mi? Deprem öncesinde birlikte gezmiştik Kapalı Çarşı’yı, Kurtuluş, Divanlı ve Kayabaşı mahallelerini. Maraş’ın son yıllardaki hâliyle sizin öğrencilik yıllarınızdaki hali arasında ne gibi farklar var?

 

Deprem sonrası görmedim Maraş’ı henüz. Büyük farklar olduğunu sanıyorum. Özellikle Trabzon Caddesi ve civarının uğradığı kayıp hafızamdaki birçok görüntüyü silmiş görünüyor. Depremler dramatiktir. Acıklı olmaktan daha fazla ve daha büyük bir hadisedir. Depremin acı vermesi yok etme formundadır çünkü.

 

Şimdilerde neler yapıyorsunuz? Yayımlamayı düşündüğünüz yeni bir kitap dosyası var mı?

 

Sadeimge.com’da yazıyorum. Arkadaşlarla bu siteyi kurduk. Üç yıldır aksamadan devam ediyor. Çok önemsiyorum. Bu sitede yazmaya başlayan ve devam eden birçok genç arkadaş var.

 

Yayınlanmayı bekleyen yeni dosyalar var tabii. Ayrıca mevcut kitapların neredeyse tamamının baskısı tükendi. Bakalım, neler olacak. 

 

Ömer Yalçınova 

 

Evelahir Sayı-17