ORHAN GAZİ GÖKÇE: “ŞEHIR DE INSANI YADIRGAYABILIR”

 

Kökü derinlere uzanan, kimlik kazanmış şehirlerin sinesinde saklı bahçeleri bulmak için bir kaşif dikkatine sahip olmak gerekir. Keşifler arttıkça seveceğiniz şehirlerdir bunlar.

 

Şehirlerimizle ilgili genel görüşünü merak ediyorum. Bizim şehirlerimiz güzel midir mesela? İçinde yaşanmak isteyecek kadar ilgi çekici midir?

 

Şehirle insan arasında karşılıklı bir rıza ilişkisinin olduğunu düşünüyorum. Gizli bir anlaşma yapar insan yaşadığı şehirle ve bu anlaşmaya sadakati nispetince o şehir içinde karılır ve kendisini inşa eder. Şehrin kokusu siner üstüne insanın. Bu koku artık onun kimliği hâline gelir. Şehir meskûn bir mahal olarak insanın sükûnete erdiği yerdir. Az ya da çok bir sükûnet yaşayamıyorsa insan o şehirle bir aidiyet sorunu yaşıyordur. Bir yönüyle şehirler de insanlar gibidir. Nasıl ki insanların sizi etkisi altına alan güzel huyları, davranışları varsa şehirlerin de sizi kendine bağlayan, bütünleyen, tamamlayan tarafları vardır. Bunun tam tersi de söz konusudur. Aksi bir insan sizde olumsuz duyguların oluşmasına sebebiyet veriyorsa şehirlerin sıkıcı, boğucu tarafları da ruhunuzu örseler durur. Aslında şehri yaşanır kılan şey ister istemez gözünüze, kulağınıza hücum eden olumsuzlukları flulaştırarak sizin için anlamlı olana odaklanmaktır. Şehre emek vermek bir nevi bu. Bazı şehirlerin güzelliklerini fark etmek, o güzellikleri içermek için yüz görümlüğü takmak gerekir. Özellikle kökü derinlere uzanan, kimlik kazanmış şehirlerin sinesinde saklı bahçeleri bulmak için ise bir kaşif dikkatine sahip olmak gerekir. Keşifler arttıkça seveceğiniz şehirlerdir bunlar. Bir başka yönüyle de insan yaşadığı şehri yadırgayabileceği gibi şehir de insanı yadırgayabilir. Bu bir didişmeye hatta bir kavgaya da dönüşebilir zamanla. İşte o zaman şehirle vedalaşmanın vakti gelmiş demektir.

 

Edebiyatçı ve yazar olarak, ilk kez gittiğin bir şehirde dikkatini neler çeker? Lokantalar, parklar, sahaflar, camiler…

 

İlk kez gittiğim şehirleri çarşılarındaki kokularından tutup çekerim kendime önce. Şehrin tüm kodları kokusunda saklıdır kanımca. Kokusunu alıp biraz alışınca insan seslerine kulak kesilirim hemen. Şehrin sesini duymaya çalışırım insan seslerinden. Onların kullandıkları hitap sözcükleri, hâl hatır soruş şekilleri, alışverişleri, edaları, üslupları şehirle kuracağım ünsiyetin istikametini belirler. Tüm bunlardan sonra gözlerim açılır doğrusu, görmeye başlarım. Bir ulu çınar arar gözlerim, bir ulu camii sonra. Bir şehirle tanışmanın en heyecanlı yolu kuşkusuz kaybolmaktır. Bedesten, kapalı çarşı varsa koklayarak, duyarak, gözlerimle süzerek boydan boya yürürüm yorulmadan. Beni kolayca kaybedecek sokaklar ararım sonra. Çıkmaz sokaklar hele bulunca çıkmaz orada kalırım bir süre. Kapılar ve pencereler dikkatimi çeker özellikle. Hem içe hem de dışa dönüktür nitekim her ikisi de.

 

Benim şehrim diye benimsediğin, kendini rahat hissettiğin şehirler hangileri? Ve neden?

 

Bir şehirde illaki karar kılacaksam burası İstanbul olurdu muhakkak. İstanbul güzelliğini fazlaca ayan etmiş, dillere düşmüş bir şehir. Çarpıcı, büyüleyici bir tesiri var. Bu tesir sebebiyle gözünüzü alamazsınız ondan. Gönüllü bir esarete dönüşüyor bu daha sonra. O kadar ki kendinizi İstanbul’dan alamıyor, ömrünüzü İstanbul’a adayabiliyorsunuz. O size cefa ettikçe bağlılığınız artıyor sanki. İstanbul özellikle son elli yılda çok büyük ve dramatik bir değişim geçirdi. Bu değişimin şehre ve insanına ağır bir maliyeti oldu elbette. İstanbul’da zaman başka şehirlerden farklı işliyor. Çok fazla türden hayatlar iç içe, birbirini öyle ya da böyle dokunarak ve besleyerek devam ediyor. İstanbul’un dışardan bakınca gözde büyüyen problemleri nitelikli temaslar ve çabalarla birden küçülüveriyor aslında. Bunu tecrübe etmek gerek tabii. Esasında İstanbul iç dünyasında kaos yaşayan kimseler için sadık bir dert ortağı. Dağınık şarkıları sıraya koymanıza yardımcı oluyor. Bu uyumu bulan ve İstanbul ile arasını iyi tutanlar için İstanbul bir şifa kaynağı. İstanbul’da yaşamanın son yıllarda büyük maddi bedelleri var. Bu bakımdan bir süre İstanbul’dan ayrılmakta da bir beis yok ama onu hakkıyla özlemek kaydıyla.

 

Sence edebiyatımızda şehir konusu yeterince işlenmiş midir? Bu konuda bize tavsiye edeceğin eserler var mı?

 

Şehrin geleneksel ve modern zamanlarda farklı karşılıkları var. Klasik edebiyatımızda tek şehir İstanbul’dur. Klasik edebiyatımızda Nedim’in “Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim / Bir peri suret görünmüş bir hayal olmuş sana” beytinde dile getirdiği üzere şehir bir hayale dönmüş sevgilinin aranıp bulunamadığı bir yerdir. Yahya Kemal’in rüya şehri Aziz İstanbul o meşhur ifadeyle “bozgunda görülen fetih rüyası”nın başkenti olmayı sürdürür. Modernleşme süreciyle birlikte bireyin toplumsal yapıyla ve kendisiyle olan ilişkisini anlamlandırma ihtiyacı doğmuştur. Modern edebiyat başlı başına bu hesaplaşmanın arenasıdır adeta. Mithat Cemal’in Üç İstanbul’u, Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomere’si daha sonrasında Tanpınar’ın Huzur’u toplumsal değişim süreçlerinin bir izleği olarak İstanbul’a yeni bir gözle bakmaya imkân sunar. Yine Tanpınar’ın İstanbul dışına çıkarak Ankara’ya, Bursa’ya, Konya’ya, Erzurum’a uzanan derin ve güçlü izlenimci bir bakış açısıyla kaleme aldığı ve bir şehir monografisi örneği olarak kabul edebileceğimiz Beş Şehir kuşkusuz şehre bir kültürel ve ruhsal birikim olarak bakmayı öğretir. Orhan Pamuk’un İstanbul: Hatıralar ve Şehir adlı eseri de şehrin nostaljik ve kişisel yönlerine, şehrin ruhuna odaklanması bakımından önemlidir. Türk romanında özellikle 1950 sonrasında şehri bireyin varoluşsal sorunlarının yansıtıldığı bir sahne olarak görürüz. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam ve Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanları bu anlamda şehrin insana yapıp ettiklerine ilişkindir. Bilhassa İstanbul, insan ilişkilerinin ve modern yaşamın getirdiği yalnızlık ve yabancılaşmanın hem mekânı hem de acımasız faili olarak görülür. İsmet Özel’in şehrindeki hesaplaşma da dikkat çekicidir benim açımdan. Nitekim “öç almanın vakti gelmiş demektir” dediği şehir, “gövdede gökyüzünü kışkırtan şiir sahtedir” dediği şiirdir.

 

Kahramanmaraş’ı gördün mü? Kahramanmaraş denilince kafanda neler canlanıyor? Aklına neler geliyor?

 

Kahramanmaraş’a iki kez geldim. İlki sanırım 2010 yılında ilk görev yerim Sivas Koyulhisar’da ev arkadaşım Kahramanmaraşlı Selahattin Ay vesilesiyle sıcak bir Temmuz günü oldu. O günlerdeki ruh hâlimden olacak şehir bana kendisini çok göstermedi sanırım. İkinci ziyaretim 2022 yılındaki Kitap Fuarı vesilesi ile oldu. Bu sefer Kahramanmaraş’ta çok bereketli bir 48 saat geçirdim. Kahramanmaraş’ın birbirinden değerli kültür adamları ve kalem işçileriyle hiç bitmesin dediğim tadı damağımda kalan sohbetlerimiz oldu. Benim için Kahramanmaraş’a dair hatıralar, gün doğmadan kaldığım otelden hareket ederek Trabzon Caddesi üzerinden Ulu Camii’ne doğru yer yer ara sokaklara merakla girip çıkarak yaptığım o rüya gibi uzun yürüyüşten kalmıştır. Kahramanmaraş’ı en olduğu hâliyle hafızama o sabahki yürüyüşle kazıdım diyebilirim. Yürüyüş sonunda Ulu Camii’n depremde yıkılan minaresini ve camii avlusundaki güvercinleri uzun uzun tarifsiz bir dinginlik içinde izlediğimi; şehrin yeni güne kurulan saatinin tıkırtılarını yeni yeni açılmaya başlayan Kapalı Çarşı’daki dükkanlardan duya duya güneşin selamını alarak geri döndüğümü hatırlıyorum an gibi.

 

Ardı ardına onu aşkın isim sıralayabilirim Kahramanmaraş’ı benim için özel kılan. Bütün bu isimlerin büyük bir tutku ve özenle geçmişten bugüne Kahramanmaraş’tan birbirinden değerli dergilerle kanatlandırdıkları şiirler, hikâyeler, denemeler beni heyecanlandırıyor, beni imrendiriyor, beni harekete geçiriyor. Depremde birçok kaybımız oldu. Çok zor zamanlar geçirdi, geçiriyor Kahramanmaraş. Tanımaktan büyük mutluluk duyduğumuz canlar ahirete irtihal etti bize acı hüzünler bırakarak. Her birine rahmet olsun. Bu zor imtihan karşısında inanç ve vakarını koruyan, her türlü zorluğa rağmen yürüyüşüne devam eden kahramanlara selam olsun.

 

Söyleşi: Elif Naz Baykuş 

 

Evelâhir Sayı - 22