ŞEHİRLE ARAMIZDA OLAN

 

Şehir ve insan arasındaki ilişki öyle tutkulu, öyle beklentiler içerir ki bu yoğun ilişkinin sağlıklı sürmesi için arada ayrılıklar yaşamalıdır.

 

İnsanlar zamanlarını sevdikleriyle ya da mecbur kaldıklarıyla geçirirler. Evlerinde ya da işyerlerinde geçirirler. Çalışarak ya da aylaklık ederek geçirirler. Zevk alarak ya da acı çekerek geçirirler. Ve bunların hepsini bir şehirde yaşarlar. İnsan ve şehrin karşılaşması, kaynaşması ve nihayetinde ayrılması her zaman dönüm noktasıdır. Bir şehirle karşılaşmanın heyecanı, onunla birleşip kaynaşmanın coşkusu, zamanı gelince ayrılmanın hüznü bütün duygularımızın üstündedir ve bağımsızdır. Cenazede ya da düğünde, yalnızlıkta ya da dostlar arasında değişmez, bitmez ve azalmaz. Ertelemediğimiz inançlarımız gibidir ona bağlılığımız. Sosyolojik değil, fiziki parçamız olur zaman geçtikçe. Yıllar içinde, yaşayıp gördükçe içinde yaşadığımız şehri, içimizde yeniden inşa ederiz. Bir süre sonra içimizdeki şehir, içinde olduğumuz şehirin en güzel yanlarını alır, kendine taşır ve süsler. Sokakları, mekânları caddeleri yeniden kurgularız hatıralara göre. Hayallerimizde gezer gibi gezeriz bir süre sonra meydanlarında. Masala dönüşür her mahalle, girip çıktığımız her bina.

 

Karşılıklı beklentiler oluşur şehirde ve insanda zamanla. Sitemler ve öfkeler sevgiliye hissedilir gibi keskinleşir. Ona ömrümüzü çaldığı için kahretmeye, sitem etmeye başlarız ya da ömrümüze anlam kattığı için minnettarlık duyarız. İsyanlar en çok şehirlere yapılır. Ve en çok bir şehirle aramızdaki duygu bittiğinde uzaklara gitmek isteriz. Her bir parçası bize karşı olduğu dönemlerde biz de parçalanarak ona uyarız. Çoğu kez ya şehir bize benzer ya biz şehire benzeriz. Her şey yolunda olduğunda açılan her pencereden bir tanıdık çıkıp selam verecekmiş gibi gelir. Her şeyin ters gittiği zamanlarda, kavuşmaların azalıp terkedişlerin çoğaldığı mevsimlerde, meydanları az önce birini asmışlar gibi uğursuzlaşır. Ama bütün bunlara rağmen herşey normale dönmeyi yine de başarır. İçimizdeki “Ben bu şehirde varım… İstanbulluyum, Maraşlıyım, İzmirliyim, Ankaralıyım…” diyerek hangi şehirde yaşıyorsak o şehirle tekrar gururlanmaya başlarız. İşte bu yüzden gel gitler yaşasak da şehirle aramızda her zaman sevgisel bir bağ ayakta kalır. “Uğruna aşk şiirleri yazılmamış şehir var mıdır?” sorusu cevapsız kalır.

 

En çok gençlerle hesaplaşır kentler. Yaşlılar tek hâkimi oldukları şehirleri gençlerle paylaşmaya hiçbir zaman gönüllü olmazlar. Kim vazgeçer ki sevdiğinden, kim bırakır ki sevdiğini birine? Bu yüzden kuşaklar arası gizli hesaplaşmalar şehirler üzerinden olur. Önceki nesile öfkeli olanlar şehri yıkar, bozar, kendince yeniden yapar. Onu evi görüp mânevî mirasına sadık kalanlarsa tamir eder, ihya edip yeniler ve kutsal bir mabede dönüşen yapılarını korur.

 

Bu anlamda “korumak”, “yıkmak”, “kültür” ve “cehalet” en çok şehirle kendini ispat eder. Bu kavramların yansıması en çok şehirde görülür. Bir şehirde gördüklerin söz konusu olduğunda fazla söze de gerek yoktur. Çıplak apaçık ortadadır. Kentin o anki görüntüsü, atmosferi, yerden göğe kadar uzanan dev bir aynadır o an şehirde yaşayanların ruhunu gösteren. Gördüklerin bir öğrencinin teslim ettiği ödev kâğıdı gibidir. Artık değiştirilemez, müdahele edilemez ve yanlışına bahane gösterilemez. O yüzden sokak sokak, cadde cadde, meydan meydan okursun ve notunu verirsin yapılanların. Bir şehri değerlendirirkenki kadar kimse âdil olamaz değerlendirmelerinde. Orada gördüğü yapılan kötü ve iyi şeyi söylememezlik etmez. Şehre karşı oluşan duygulara kimse de itiraz edemez. Yaşanılan yerlere karşı gelişen duygular yanılgı içerse bile doğruya yakın kabul edilir. Çünkü kişinin tamamen özgür hissiyatıyla oluşmuştur ve kişiye özeldir. Bu açıdan tartışmak faydasızdır.

 

Şehir ve insan arasındaki ilişki öyle tutkulu, öyle beklentiler içerir ki bu yoğun ilişkinin sağlıklı sürmesi için arada ayrılıklar yaşamalıdır. Bir şeyin varlığı aynı zamanda geride bıraktığı boşluğun büyüklüğü kadar olduğuna göre, şehrin içimizde nelere hayat verdiğini, ne zaman günah keçisine dönüştüğünü ve nasıl hikâyelerimizin kahramanı olduğunu ancak ayrılıklarla bilmek mümkündür. Ayrılık da acı verdiği oranda sevgiye dairdir. Bir şehir de ayrılırken verdiği hüzün kadar yer kaplar içimizde… Uzaklara gittiğinde senden uzaklaşmıyorsa anlarsın sevdiğini ve sevildiğini...

 

Tarihte sahip olmak için en çok kan dökülendir şehirler. Son bin yılda kaç şehir kırmızıya boyanmıştır, kaç şehir insanlar arasındaki güç değişimine kurban edilmiştir bilinmez. İntikam için kaç şehir yakılıp yıkılmıştır, kaç şehrin insanları sırf orada yaşadıkları için cezalandırılmıştır tahmin edilemez. Cezalandırılmanın ve ödüllendirmenin sembolüdür şehirler. Muktedirler topyekûn cezalandırmayı şehirler üzerinden yaparlar. Muzaffer komutanlar ödüllendirmeyi şehirlere payeler vererek gerçekleştirirler. İyiler ve kötüler bilirler ki şehirde oluşan kanaatler onların yeryüzündeki kaderleridir. Şehirlere hizmetkâr olmaları bu yüzdendir. İnsanlardan çok şehirlerden bahsetmeleri bu sebepledir. Gönlünü çelmek istedikleri sevgiliyle uğraşır gibi kentlerle uğraşmaları bundandır.

 

İnsan, sevilmediğini bildiği ne evde ne de şehirde kalabilir. Kalsa da zaten eriyip gider. Bu yüzden iyiler ve kötüler şehirlerin sevgisini kazanmak için sürekli rekabet ederler. Kendini sevdirerek başa geçip şehrin anahtarını alanlar yeni dönem başladıklarında aynı kalmaz. Çoğu dönüşerek tanınmaz hâle gelir. Şehrin kapılarını kilitleyip sahip oldukları anahtarı da zamanın derin, karanlık sularına atar. Bazı kötüler ise artık kötü olmalarına gerek olmadığından, herşeyden ellerini eteklerini çekerler. İyi olmayı da başaramazlar, şehrin vaat ettiği zevklere kapılarak yok olurlar.

 

Kentler öyle yerdir ki hem kutsal hem lanetlidir hem rakı masalarında hem dualarda dildedir. O yüzden her kent ve insan ilişkisi özeldir, genel bilgilerden çok kişisel değerlendirmelerle tanımlanır. Herkes aynı şehirde yaşasa da herkesin şehri farklıdır.

 

Elbette hastalıklı şehirler de vardır. Ve onlara körkütük tutkulu insanlar… Umutları kesilmiş olarak, sadece geçmişteki izleri aramak için gezerler sokaklarında. Caddeleri çıkmaz sokaklara dönüşür… Geçmişi temizlemeden her taşınma ihanet gibi gelir. Kararlarımızı netleştirecek “İyi şehir, kötü şehir” ayırımı yapmadan da bu şehirlerden kurtulmak zordur.

 

İnsana bütün duyguları yaşatır şehirler ama kendileri de insana dair bütün duygularla yaşar ve bütün duygularla tarif edilebilir. “Üzgün bir şehir kaldı geride” diyene kim itiraz eder. “Somurtkan ve huysuz bir kentin içinde bugün akşama kadar gezdim” deseniz kim tuhaf karşılar? Ya da “bana âşık olduğunu hissettiğim bir şehirde yaşamak istiyorum” diye hayal edene ne diyebiliriz? Bütün bunları bir insana da bir şehire de aynı tonda, aynı şekilde söyleyebiliyorsak ortada itiraf edilmiş, satırlara dökülmüş ve hatta resmîleşmiş sıra dışı bir bağ yok mudur?

 

Salih Koca 

 

Evelâhir Sayı - 21