SOSYAL MEDYA İLE DEĞİŞEN MAHREMİYET ALGISI

 

Hızla küreselleşen ve dijitalleşen bir dünya, bireylerin algılarında ve yaşayış biçimlerinde yadsınamaz bir değişimi de beraberinde getirmiştir. Hayatımızın büyük bir alanını kapsayan sosyal medyanın getirdiği bu değişimlerin hepsinin pozitif yönde olduğu söylenemez. Şöyle ki yaşadığımız bu devrim niteliğindeki değişim birçok tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Hiç şüphesiz bu konulardan bir tanesi de sosyal medya ile hezimete uğrayan mahremiyet algısıdır.

 

Günümüzde sosyal medya kullanımının yaygınlaşması ve ulaşılabilirliğinin zahmetsiz olması mahremiyet kavramının medya üzerinden tartışılan etik bir konu haline getirilmesine zemin hazırlamıştır. Kişiden kişiye ve kültürden kültüre, değişebilen bir kavram olan mahremiyet olgusu, sınırlarının ve kurallarının belirlenmesi gündem konusu haline gelmiştir. Bireyler sosyal medyada neyin paylaşılabilir, neyin paylaşılamaz olduğu konusundaki sınırlarını kaldırmış durumdadır. Özel, genel, açık, gizli fark etmeksizin her şey sosyal medya için bir dijital içerik değeri taşımaktadır. Bu bazen, kişinin kendi ürünüymüş gibi, giydirip süslediği çocuğu, bazen hasta yatağında en mahrem hâliyle ameliyat sırası bekleyen annesi olabiliyor. Ne için? Bir beğeni, bir tık daha fazlası için mi? Bireylerin mahremiyetleriyle ilgili bilgilerin sosyal medya aracılığı ile yayılımının toplum açısından tehlike arz ettiği yönündeki hipotezin doğruluğunun desteklenmeye çalışıldığı yazımızda, yaşamımızın birçok noktasında kolaylık sağlayan sosyal medyanın aynı zamanda da nasıl hezimete uğrattığı sorgulanmaktadır.

 

Yeni medya araçları ile açık ve sınırsız hale gelen mahremiyet algısı, aktif ve pasif sosyal medya kullanıcılarını cezbetmektedir. İçinde yaşanılan çağa, dijital çağ, bilgi çağı, bilişim çağı, siber çağ, enformasyon çağı gibi çeşitli adlandırmalar yapılsa da, hepsinin tekbir amacı vardır; o da içinde bulunduğumuz çağı nitelemek. İletişim teknolojilerinde meydana gelen devrim niteliğindeki gelişmeler, sosyal hayattan ekonomik hayata, kültürel ve siyasal hayata kadar birçok alanda köklü değişim ve dönüşümler yaşanmasına sebep olmuştur. İnsanlar artık dijital bir çağda yaşayan, siber toplumun üyeleridir. Hayatın büyük bir bölümünü bu sosyal ağlar üzerinden sürdürülmektedir. Bireyler orada sosyalleşmekte, orada alışveriş yapmakta ve oradan bilgi sahibi olmaktadır.

 

Bu değişimleri göz önünde bulundurulduğunda, mahremiyet olgusunun da bir dönüşüme uğradığından söz etmemiz mümkündür. Söz konusu mahremiyetin dönüşümü olduğunda şüphesiz bu konuda ilk akla gelen kişi İngiliz Sosyolog Anthony Giddens denilebilir. Mahremiyetin dönüşüm sürecine detaylı bir şekilde ele alan Giddens, tezini savunurken de Foucault ve Freud’u eleştirmekten geri durmuyor. O; mahremiyetin dönüşümünü, bireylerin modernizm sürecinde, kişisel ilişkilerde yaşadıkları büyük değişimler olarak yorumlamaktadır. Modernizmin temelde dayandığı fikir de geleneksel olan her şeyi bırakıp yeni bir kültürün icat edilmesidir. Günümüze geldiğimizde ise sosyal medya ile modernizmin de üzerinde bir anlayışın söz konusu olduğu söylenebilir.

 

Artık bireylerin, çok hızlı değişen ve gelişen kontrolü kolay olmayan, müdahaleye kapalı olduğu gibi ne pozitif ne negatif sonuçları olan dijital bir mecrada varlığını sürdürmesi söz konusudur. Bu dijital mecranın varlığını görüntülerle sürdüreceği siber âlem ise sosyal medyadır. Sosyal medya ortamlarında var olmanın gereklerinden biri de görünür olmaktır. Şayet modern dünyada bireyin değeri “iyi tanınırlığıyla” ölçülebiliyorsa bireyin takipçi sayısı da, o kadar önemli hale gelmektedir. Zygmunt Bauman’ın iyi bilinen mottosunda ki gibi: “Görülüyorum, o halde varım!” döneminden söz edilebilir.

 

Ses, görüntü, yazı gibi tüm analog içeriğin dijital ortamda yeniden üretimi ile büyüyen bu yeni toplumsal mekân, aynı zamanda yeni bir kültürü de doğurmuştur. Bu kültür, bir yönüyle hiçbir şeyin ve hiç kimsenin gizli kalma hakkına sahip olmadığı, her şeyin görünür olmak zorunda olduğu bir kültürdür. Söz konusu olan görünür olmak ise gerektiğinde mahrem olanın da paylaşılmasını, ortaya dökülmesini ifade eder. Google CEO’su Eric Schmidt’in “gizleyecek şeyleriniz şayet varsa paylaşmayın” sözleriyle mahremiyeti normalleştiren bir ifadede bulunmuştur.

 

Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, ise 2010’da yaptığı bir konuşmada mahremiyetin artık bir ölçü olmadığını belirtmiştir. Bu durum, bireylerin sosyal ağlar içinde görünür olma çabasına karşılık gönüllü ifşa felsefesine dayandığının bir sonucu olabilir.

 

Başka bir ifade ile bize sunulan ışıltılı dünya karşılığında ödenecek bir bedel olarak mahremiyet ihlaline rıza gösterilmekte ve var olan duruma sessiz kalınmaktadır. Bireylerin sosyal medya aracılığıyla gönüllü olarak özel sınırlarından kişisel bilgilerine, mal varlığından dış görünüşüne kadar hatta mahrem alanlarına kadar dijital âleme açabilecek kadar meşrulaştırabilmeleri başka türlü açıklanabilir mi? Goffman’ın “kişisel vitrin” diye tabir ettiği sosyal medya bütün bunlar için kitlelere muazzam bir ortam sunmaktadır. Her türlü bilginin kayıt altına alındığı bu dijital mecrada kitle iletişim araçları aracılığıyla tek tuşla yayınlanabildiği bu çağda, mahrem ve mahrem olmayan arasındaki çizgi giderek belirsiz bir hal almıştır.

 

Bireyler, içinde yaşadıkları bu yenidünya düzeninde, mahremiyet haklarından kendi rızaları dâhilinde, gönüllü vazgeçmiş gibi görünmektedir. Denetlenmek ya da gözetlenmekten şikâyetçi ama lakin kendi mahremiyetini ortaya dökmekten, gözetimin önüne sunmaktan rahatsız olmadıkları gözlenmiştir. Bu durumun, mahremiyet kavramının sosyal medya aracılığıyla normalleştirilmesine neden olduğu düşünülmektedir. Mahremiyet kavramı, uluslararası topluluklar tarafından temel hak olarak kabul edilmiş, tanınmış ve korunması açık bir şekilde belirtilmiştir. Sosyal medyada görünür olmak adına mahremiyet kavramı feda edilebilmektedir. İçinde yaşadığımız siber toplumda, mahremiyet kavramı giderek dar bir alana sıkışıp kalmıştır. Hal böyle ki, bireyler hasta yatağında, kaza anında, ameliyat masasında, hatta doğal afetlerde bile bu mahremiyet algısını yok saymış ve görüntü alma yarışına girmiştir. Hatta bir kaza anında yoldan geçenlerin aklına ilk yardımdan önce fotoğraf ve video çekmenin geldiği bir dönemden söz edilmektedir.

 

Netice itibariyle; görmek, görünür olmak, varlığını sosyal medya ile ortaya koymanın zararları şüphesiz hiç düşünülmemiştir.

 

Emine Erdemsoy

 

Evelâhir Sayı - 21