TARİHE ÇIKANLAR: ALAEDDİN ÖZDENÖREN'İN BANA YAZDIĞI MEKTUPLAR

 

Albüm çıktıktan ne kadar sonra tam hatırlamıyorum ama takip eden süreç içerisinde katıldığım bir şiir etkinliğinde sevgili Murat Kapkıner üstadımız bana Alâeddin abinin, şiirine yaptığım besteyi boş bir kasete ardı ardına kaydettirip sürekli dinlediğinden ve çok mutlu olduğundan bahsetti.

 

Üniversiteye ilk başladığım yıllar Türk şiirini de keşfetmeye yöneldiğim dönemdir. Tabii bu arada müzik çalışmalarım hızlanmış ve parçası olduğum konser organizasyonlarıyla ilk bestelerimi ülkenin farklı şehirlerindeki kuşağıma dinletecek sürecin içerisinde bulmuştum kendimi. Alâeddin Özdenören şiiriyle bütünlüklü biçimde karşılaşmam bu konserler sürecinde oldu. Bir Kırşehir konseri sonrası misafir edildiğimiz evde Edebiyat Dergisi Yayınları’na ait muhtelif kitaplarla birlikte hediye edilenler arasında Özdenören’in Güneş Donanması’nın 1975 yılı baskısı da vardı.

 

Özdenören’in kitaptaki Cebimde Ölümüm şiirini okur okumaz, -ölüme hep yakın yürüyen birisi olarak- sanki benim için yazılmış diye düşünüp durdum daha ilk dizelerinden itibaren. Bestesi tamamlandığında, 1998 yılında çıkan Kurutulmuş Gül Mevsimi adlı albümde yer alacaklar arasına koymuştum çoktan. Albüm çıktıktan ne kadar sonra tam hatırlamıyorum ama takip eden süreç içerisinde katıldığım bir şiir etkinliğinde sevgili Murat Kapkıner üstadımız bana Alâeddin abinin, şiirine yaptığım besteyi boş bir kasete ardı ardına kaydettirip sürekli dinlediğinden ve çok mutlu olduğundan bahsetti. Bunu duyduğumda yaşadığım bahtiyarlığı anlatmam mümkün değil. Alâeddin Özdenören’in şiiri ve bu şiirini besleyen hayatla kurduğu ilişki biçiminin Edebiyat ve Mavera çevresindeki hemen bütün isimlerden farklı olduğuna inancımın ilerleyen yıllarda daha da arttığını söyleyebilirim. Bu, onun şiirinde gezinip duran ve yaşamakta olmanın ağırlığı karşısında kendi içine bükülüp, orada kurduğu naif dünyanın, benim mizacıma yakınlığı meseliyle örtüşüyordu bir şekilde.

 

Bu ruhsal yakınlık bizi buluşturdu. Birbirimizin yüzünü dünya gözüyle hiç görmesek de yaşamaya ilişkin direncimizi biçimlendirebileceğimiz, elimizdeki tek malzeme olan kelimeler üzerinden gelişen bir buluşmadan bahsediyorum. Çünkü, Alâeddin abiyle nasıl irtibat kurduk şimdi tam hatırlamıyorum ama biz, mektuplaşmaya başladık bir zaman sonra. 2000 ve 2001 yıllarında gelen dört mektubu var kendisinin bende. İkisi bizatihi kendi el yazısıyla kaleme alınmış, diğeri ise daktilo edilmiş metinler. 2000 Haziran, 2001 Şubat, Mayıs ve Haziran tarihli mektupları kuşkusuz kişisel arşivimin en kıymetli belgeleri arasında. Mektuplardan birisi nezaket ve büyüklük buyurup, içerisinde onun şiirine de -acizane- yaptığım bestenin yer aldığı Kurutulmuş Gül Mevsimi albümüm ve benim müzik anlayışıma dair çözümlemelerinin bulunduğu, 16 Haziran 2001 tarihini taşıyan ve o yıllarda yayınlanmakta olan Tutanak’a gönderdiği, diğeri de o dönem birkaç arkadaşla çıkardığımız KumYazıları isimli fanzini tanıtan, 9 Mayıs 2001 günü kağıda geçirdiği ve Ay Vakti dergisinde yayınladığı metinler. Tutanak için hazırladığını daktilo etmiş, Ay Vakti’ne verdiğini ise el yazısıyla kaleme almış. Tutanak’a yolladığı uzun metinden evvel, yine Kurutulmuş Gül Mevsimi’nden bahsettiği bir de 23 Şubat 2001 tarihli ama bu sefer el yazısı ile kaleme alınmış bir sayfalık metin daha var. Muhtemelen yazışmalarımız sırasında Tutanak’ta çıkan yazıdan benim haberdar olmadığımı belirtmem ya da ulaşamadığımdan söz etmem (mektupla) üzerine hazırladığını sanıyorum.

 

Alâeddin abinin başlı başına kişisel meselelere girerek yazdığı mektup ise 20 Haziran 2000 tarihini taşımakta. Çok özel ve hüzünlü şeyleri anlatıyor aslında bu mektubu. Şimdi yeniden okuduğum vakit insanın oturup dünyaya karşı haykırarak ağlayası geliyor. Balıkesir’e göçtüğü ilk zamanları içeren mektubunda mesela tek dostunun öykücü Cemal Şakar olduğunu, emekli parasıyla zar zor satın aldıkları zemin kattaki evi yağmur yağınca sürekli suların bastığını, kitaplarının, eşyalarının zarar gördüğünü, ailesiyle birlikte “bellerini bir türlü doğrultamadık”larından bahseder. Bir de tabii -başkalarından öğrendiğim- ve bence bu dünyaya ait olmadığını gösteren bir emare olarak “dalgınlığından” söz açıp mesela bir akşam Akif İnan’la servisten indikten sonra on yıldan beri oturduğu evini sokak sokak aramasını anlatıyor. İnanılmaz bir şey. Alâeddin abinin hayat karşısındaki tevekkül pozisyonunu anlamak için belki mektubundan alıntıladığım şu cümleler açıklayıcıdır: “Bir türlü belimizi doğrultamadık. Ne yapalım kardeşim. Bu âlem böyle kurulmuş ve değişmemektedir. Devamsızdır. Devamlı olan, ancak onu yaratan yokluk kabul etmeyerek ayakta duran Allah’tır. Kimi seversen sev haktan başkasını seven de sevilen de her şey göçecektir. Gece gündüz göç var. Elverir ki; Hakkın yardımı ile iman yoldaşımız olsun da aslımıza dönelim”. İşte böyle…      

 

Selçuk Küpçük

 

Evelahir Sayı-7