TEKİN ŞENER: “ŞEHİR, BABA OCAĞI GİBİDİR.”

 

Yeni kitabınız Kayıp Mevsim Düşleri (Ötüken Neşriyat) hayırlı olsun. Kitabın ilk metninde yer alan bir cümlenizle başlamak istiyorum. “Kendimle yaptığım bir seansa dönüştü yazma fiili” derken yazma eyleminin ruhunuza iyi geldiğini anlıyoruz. Peki, hayatınızın hangi aşamasında bunun farkına vardınız? Yazma eylemine nasıl tutundunuz?

 

Öncelikle teşekkür ediyorum. Yazmayı bir seans olarak tanımlamış olmam son derece gerçek bir tespit. Bunu ne zaman fark ettiğimi tam bilemiyorum ama galiba hiçbir yerde hiçbir yazım yayımlanmadan önce yazarak ferahlıyordum. Zaten size iyi gelmeyen, hararetinizi düşürmeyen, düşünce kanallarınızı açmayan yazma fiili ancak para karşılığında yapılan bir profesyonel iştir. Hatta buna katlanılır sadece. Ben hep karşıma tanıdığım ya da tanımadığım insanları alarak onlara konuşuyormuş gibi yazmaya çalışıyorum. Bu hem bende bir rahatlama hem de okurda bir samimiyet uyandırıyor zannediyorum. Yazmak o an bende doğan ve benden dünyaya taşan bir enerjinin yansıması. Zira sonraları baktığımda o cümleleri nasıl kurduğuma şaşırdığım oluyor. Biraz zihni ve gönlü açık tutmak lazım galiba.

 

Kayıp Mevsim Düşleri; bir deneme kitabına göre oldukça imgesel bir isim. İsim konusunda “Evet bu olmalı!” dedirten şey ne oldu?

 

Haklısınız, çok imgesel bir isim. Dikkatiniz için teşekkür ediyorum. İmgesel ama çok somut dayanakları var o ismin. Kitaptaki yazıların hemen hemen tamamı pandemi döneminde yazılmıştı. Kitaba adını veren metin sokağa çıkamadığımız bahar mevsimine denk gelmişti. Bahar gelmişti ama biz orada yoktuk. Bu ruh hâliyle “Kayıp Mevsim Düşleri” başlığını kullanmıştım o metin için. Neticede geldi bu başlık kitaba isim oldu. Sanki yazıldığı dönemi anlatıyor. En azından bana çağrıştırıyor.

 

Neredeyse her yazıda yazarın hem toplumsal hem bireysel hesaplaşmasını hissediyoruz. Bu hesaplaşmanın sonunda, Kayıp Mevsim Düşleri sizi nereye getirdi?

 

Esasında ben buna hesaplaşma değil muhasebe demeyi tercih ediyorum. Kendi hesabımı çıkarıyorum sadece. Tosladığım ya da denk geldiğim yakın çevre, uzak çevre ile olan alış verişimden tek taraflı hesap özeti çıkarıyorum. Esasında yazmanın benim için birkaç anlamı var. Birincisi, zamanınıza tanıklık edeceksiniz. Ama yalancı tanıklık değil, zaman sizin üzerinizden akıp giderken onu olduğu gibi sezip anlatacaksınız. Bu hesaplaşmayı veya yabancılaşmayı gerektiriyorsa onu da yaparsınız. Yabancılaşma yerine garipleşme de denilebilir. Hem yerinizin hem vaktinizin garibi olabilirsiniz. Belki her gerçek yazar bu garipliğinden güç alıyordur.

 

Kitapta yer alan denemelerin bazıları Evelâhir’de yayımlandı. Özellikle bu denemelerde şehir nedir, nasıl olmalıdır, şehre nasıl bakmalıdır gibi sorulara cevap veriyorsunuz. Bizim için, şehir deyince ne anladığınızı özetler misiniz?

 

15 yıl boyunca Hayat Ağacı adlı bir şehir kültürü dergisini yönettim. Bu sürede şehir kavramı üzerinde düşünme ve yazma fırsatım oldu. O yazıları ayrı bir kitapta toplamayı düşünüyorum. Benim için şehir, içine doğduğumuz medenî iklim, kültürel çerçeve ve maddi yapıdır. İnsanı şekillendirir ve insan tarafından şekillendirilir. Zamanı insandan farklı akar. Daha ağırdır. Bizim vakit ölçülerimize göre değil kendi zaman ölçülerine göre şehri değerlendirmeliyiz. Bir şehri tanıyabilmek ve değişimini anlayabilmek için ona geniş zamanda bakmak lazım. Günümüzde yaşadığımız pek çok sorunun şehirleşmeyle doğrudan veya dolaylı ilgili olduğunu düşünüyorum. İnsanın kendini ait hissettiği bir şehir, onun yetiştiği baba ocağı gibidir. Farkında olmadan onun görgüsünü ve bilumum etkisini sindirir. Yani hepimiz belli şehirlerin asi ya da uysal evlatlarıyız.

 

Kitap sanki biraz da bitmemişlik intibaı uyandırıyor. Tezgahta neler var? Kayıp Mevsim Düşleri’nden sonra Tekin Şener’den neler okuyacağız?

 

Şu an Sivas’ın Cumhuriyet Albümü adlı bir albüm kitap hazırlıyorum. Yukarıda bahsettiğim şehir kitabını da tamamlamak istiyorum. Sonra bitmişlik intibaı uyandıran bir çalışmaya başlayabilirim. Zira Kayıp Mevsim Düşleri bir derlemeydi. İlk kitabım Ötekiler Günü de öyle. Şimdi anı ve deneme türlerinin bir imtizacını hedefliyorum. Bu benim için yeni bir saha, elimdeki işleri bitirip öylece başlamak istiyorum. Bir yandan da dergilere yazdığım denemeler devam ediyor. Söğüt ve Evelâhir dergilerine sürekli yazmaya çalışıyorum. Deneme, bir tür olarak memlekette pek okunmuyor ve ilgi görmüyor. Bir türlü yerini bulamadı. Başka türlerde yazan kalemlerin arada bir uğradığı, aşırı serbest bir saha gibi duruyor. Ben denemenin bir edebî tür olarak mümeyyiz olmasını savunuyorum. Burası özel bir vadidir; edebiyatla düşünce arasında, kişi ile toplum arasında, sanat ile felsefe arasında… Hepsinden biraz değil, hepsine ulaşan ve dokunan bir nesir sanatıdır deneme. Hem fikir beyan edeceksin hem bunu başka kimsenin yapamayacağı, kendi üslubunla yapacaksın. O yüzden denemeye devam. Zira deneme kitapları bitmez, bir sonrakine kapı aralar.

 

Söyleşi: Elif Naz Baykuş

 

Evelâhir Sayı - 18