YAŞAYAN MARAŞ

OSMAN NALBANT:“MEDENİYETİMİZİN BATI YAKASI BOSNA'DI

 

Dostları arasında “fikri eyleme dönüştüren şahsiyet” diye tanınır. Osman Nalbant Kahramanmaraş İl Kültür Müdürlüğü gibi birçok üst düzey görevlerde bulundu. Kültür, tarih ve medeniyet dergisi olan Mostar dergisi kurdu, 46 sayı genel yayın yönetmenliğini yaptı. Osman Nalbant’la geniş hayat tecrübesini, medeniyet tasavvurunu ve Kahramanmaraş’ı konuştuk.

 

Öncelikle Maraş’ı nasıl değerlendirmemiz gerektiğinden bahseder misiniz?

 

Maraş konumu itibarıyla hem önemli bir avantaja hem de yine konumu itibarıyla dezavantaja sahip bir kent. İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz bölgesinin kesişme noktasında kurulmuş, her üç bölgenin tüm özelliklerine sahip, her üç bölgeye özgü meyve, sebze, ağaç, çiçek gibi bitkilerin yetiştiği Türkiye’nin en şanslı kentlerinden biri. Amik ovasının başladığı noktada kurulmuş olması, hemen kentin kıyısından Ceyhan Nehri’nin akıyor olması, bölgenin en zengin orman alanlarına sahip olması Maraş’ı komşu kentlerden daha şanslı kılan önemli özelliklerdir. İkliminin ne çok soğuk ne de bunaltacak kadar sıcak olmaması gibi özellikleriyle tam da yaşanılacak bir kent. Fakat diğer yönüyle, bölgeleri kentleri birbirine bağlayan iki önemli ana yolun arasında kalmış âdeta “kapalı” bir kent olması, bu da Maraş’ın dezavantajı. Güneyinden İstanbul, Ankara, Adana, Osmaniye, Gaziantep üzerinden doğuya ve güneye açılan bir ana arter, kuzeyinden yine İstanbul’dan başlayıp Ankara, Kırşehir, Kayseri üzerinden doğuya uzanan diğer bir ana arter… Maraş bu iki ana arter arasında kalmış, dolayısıyla giriş çıkışı son derece sınırlı, dışarıdan çok kendi içine dönük bir kent. O nedenle gerek iklim, gerek toprak, gerek su gerekse bitki örtüsü bakımından çevresindeki şehirlere göre oldukça şanslı olmasına rağmen onlar kadar ekonomi, sanayi ve turizm alanlarında gelişme sağlayamamıştır.

 

Hocam, biz aslında sizi bu şehrin yetiştirdiği ve memleketine çeşitli hizmetleri bulunan önemli kültür insanlarımızdan biri olarak yakinen tanıyor ve biliyoruz. Hayatınıza genel bir bakış attığımızda Maraş-Ankara-İstanbul-Bosna hattında bir yaşantınız olduğunu görüyoruz. Osman Nalbant’ın bu hat üzerinde hangi faaliyetlerde bulunduğunu sorsak neler söylersiniz?

 

Rahmetli annemin deyişiyle 1951 yılında Çete Bayramı’ndan bir ay sonra Ekmekçi Mahallesi’nde doğmuşum. Beş yaşından sonra Yusuflar Mahallesi’ne taşındık. İlk, orta, liseyi Maraş’ta okudum. Üniversite tahsilimi Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji bölümünde yaptım. Ankara’ya gittiğimde Yedi Güzel Adam olarak tanımladığımız ağabeylerle tanışmak nasip oldu. Onların çıkardıkları edebiyat dergisi ve kitaplarıyla ilgilenen Ahmet Bayazıt ağabeyin staj için İstanbul’a gidişinden sonra dergi ve kitapların mizanpaj, tashih, matbaa, abone ve dağıtım gibi işleriyle ben görevlendirildim. Fakülteden mezun olup üniversitede sosyoloji asistanı olarak göreve başladığım 1976 Temmuz’una kadar bu vazifeyi sürdürdüm. Yüksek Lisans tezimi Urfa Harran’da “Aşiret Yaşamının Sosyo- Ekonomik ve Sosyo-Kültürel Yapısı” konusunda yaptım. Doktora tezim için Bitlis’in Mutki ilçesinde Şerefhanlar’ın bir kolu olan Rojkan aşireti üzerinde benzer bir çalışma için iki ay o aşiretle beraber yaşadım. Tez hazırlığım aşamasında 1980 İhtilâli oldu. İhtilâlin doğurduğu o sıkıcı atmosferden iyice daraldığım için istifamı vererek üniversiteden ayrıldım ve Maraş’a döndüm. Maraş’ta esnaflık ve ticaret yapmayı denedim fakat bu alanlarda pek başarılı olamadım. O dönemde zaman zaman bir araya gelerek bazen edebiyat-sanat, bazen siyaset sohbetleri yaptığımız genellikle siyasetle uğraşan arkadaşlarımın ısrarı ve bakanlık nezdinde uğraşları sonucu Maraş İl Kültür Müdürlüğü görevine getirildim.

 

İl Kültür Müdürü olduğunuz dönemde Maraş adına neler yapıldı?

 

1990 Mart ayında göreve başladım. Kültür Müdürlüğünün binası Sabancı Kültür Merkezi hem şehrin merkezinden uzakta olduğu hem de o güne kadar yeterince kültür ve sanat faaliyetleri yapılmadığı için pek bilinen bir yer değildi. On yıl kadar kültür ve sanat ortamından uzak kalmanın açlığıyla olsa gerek “kabala” almış gibi iştahla işe başladık. İlk olarak hemen bakanlığa giderek Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüyle irtibata geçerek merkezde yapılan kültürel ve sanatsal etkinliklerin Maraş’ta da yapılması için girişimlerde bulunduk. Daha sonra özel tiyatroları, çeşitli üniversite korolarını, TRT sanatçılarını da davet ederek etkinlikleri zenginleştirmeye çalıştık. Bakanlığın yaptığı raporlamaya göre 1990 yılı itibarıyla üç büyük il dışında en fazla kültür ve sanat programı gerçekleştiren dördüncü, 1991 yılı itibarıyla birinci müdürlük olduk. Elbette bu başarıda en az benim kadar benim çok değerli arkadaş ve dostlarımın da payı oldu. Dışarıdan bu tür etkinlikleri şehrimize taşırken bir yandan da gençleri Sabancı Kültür Merkezine getirmeye çalıştık. Bunun için Halk Müziği korosu, folklor ekibi kurduk, enstrüman kursları, bilgisayar kursları açtık ve orayı bir gençlik merkezi hâline getirdik. Müdürlük yaptığım dönem boyunca Kültür Sitesini saat yirmi dörde kadar vali onayıyla açık tuttum. Tâbi bu kadar faaliyet yapınca Sabancı Kültür Sitesi küçük gelmeye başladı. Hem merkeze yakın hem de daha geniş bir kültür sitesine ihtiyacımız olduğunu belirtmek üzere bakanlığa gittim. Durumu anlattım. Benim bu talebimi heyecanıma vererek kendilerince gerçekleştirilmesi pek de mümkün olmayan şartlar ileri sürdüler. Eğer şehrin merkezinde 5000 m2 ücretsiz arsa temin edebilirsem bunun mümkün olabileceğini söylediler. Maraş’a döndüğümde arkadaşlarla istişare ettik. Şimdiki Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi'nin yerinin uygun olacağı ancak bunun için arsa sahiplerinin başka yere taşınmasına ikna edilmesi, aynı zamanda belediyenin o alanla ilgili imar çalışması gerçekleştirmesi gerektiği belirtildi. Uzatmayayım, büyük sıkıntı ve uğraşlar sonucu tüm bunlar hâlledildi. Yardımcı olan tüm dostlarıma minnetarım. Belediye meclisinden 22 bin m2 alanın ücretsiz olarak tahsis edildiğine dair karar belgesini alarak bakanlığa gittim. Şaşırdılar. Fakat buna rağmen yeni bir kültür merkezi yapılamayacağını çünkü henüz Türkiye’de sadece sekiz ilde kültür merkezi olduğunu, bu durumda Maraş’a ikinci bir kültür merkezinin yapılmasının söz konusu olamayacağını söylediler. Ankara’ya ikinci bir kültür merkezi talebiyle geldiğimde beni çok heyecanlı gördüklerini, isteğime doğrudan yok dememek için gerçekleşmesi mümkün olmayacak şartlar ileri sürerek beni göndermeyi uygun bulduklarını söylediler. Belediye ile yapılan mücadele kazanılmıştı. Şimdi sıra bakanlıkla olan mücadeleye geldi. Hamdolsun, o mücadele de olumlu sonuçlandı. Ekonomik nedenlerle inşaat biraz uzun sürdü. Fakat şükür tamamlandı. Açılışını yapmak sayın bakanla bana nasip oldu. Arsasını temin etmeyi, yapımının kararını aldırmayı, açılışını yapmayı ve Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi olarak ismini koymayı bana nasip eden rabbime hamd ederim. Bunun dışında müdürlüğüm döneminde mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait Taş Medrese’nin kullanım hakkını, Vakıflar Genel Müdür Yardımcısı Nazif Öztürk ağabeyin desteğiyle alarak orayı “Hafız Ali Efendi El Yazması Eserler Kütüphanesi” olarak açtım. Benden sonra gelenler o kütüphaneyi kapattılar.

 

Kültür Bakanlığı bünyesinde çıkan birçok albüm projesinde de imzanız var, bu projelere nasıl başladınız?

 

Hangi ülkeye gitseniz kitapçılarda ya da müzik marketlerde o ülkenin klasik müziğine dair albümlerin satıldığını görürsünüz. Ülkenin Kültür Bakanlıkları müziğin medeniyetlerinin önemli bir unsuru olduğunu bilirler ve bu konuyu ciddiye alırlar. Bizde bu konu hiç ciddiye alınmadı. 

 

Hatta klasik müziğimizin unutulması, tamamen yok olması için  her şey yapıldı. Radyolardan çalınmasının bile yasaklandığı dönemler oldu. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü görevine getirildiğimde halk müziğinden klasik müziğe, tasavvuf müziğinden senfoni müziğine kadar çok sayıda topluluk ve bu topluluklarda görev alan 1360 kadrolu sanatçı vardı. Ancak bu toplulukların piyasaya, topluma sunulmuş ürünleri “hiç” denecek kadar azdı. Bu eksikliği giderebilmek için ilk etapta “Cumhuriyetimizin 80. Yılında 80 Bestekârımız” diye koro şefim Dr. Timuçin Çevikoğlu’nun bir proje hazırlamasını istedim. Musikimizin “babası” sayılan Abdulkadir-i Meragi’den Itri Efendi’ye, Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi’den Hacı Sadullah Efendi’ye, Hacı Arif Bey’den Şevki Bey’e seksen bestekârın eserlerinden oluşan bir proje hazırlandı. Başlangıçta bu bestekârlardan birer kişinin eserini seslendirmeleri ve CD oluşturmaları için İstanbul, Ankara ve İzmir’deki korolarımızı görevlendirdim. Amacım Türk musikisine ait tüm eserlerin zaman içinde icralarının gerçekleştirilmesiyle CD kayıtlarının yapılarak piyasaya dolayısıyla halkımıza sunulmasıydı. Ancak vekaletle başladığım bu görevden, kararnamem Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından üç kez veto edilince ayrıldım. Emeklilik dilekçemi vererek memurluk dönemimi kapatıp İstanbul’a yerleştim.

 

İstanbul’a döndüğünüz zamana denk geliyor sanırım Mostar dergisi ile irtibatınız?

 

İstanbul’a döndüğümde benden bir dergi çıkartmam istendi. Ben de bu alanda bir kültür-tarih-medeniyet dergisinin eksikliği olduğunu düşündüğüm için böyle bir formatta dergi çıkarmamızın uygun olacağını teklif ettim. Yazar kadrosunu oluşturmak için Prof. Dr. Ersin Gürdoğan ağabeyin desteğiyle onun tanıdığı kırkın üzerinde akademisyenle toplantı yaparak onlara çıkaracağımız derginin formatı, tarihe, kültüre, medeniyete bakış açımız ile ilgili uzunca bir sunum yaptım. Bugüne kadar okullarda öğretilen Orta Asya’dan konar-göçer Türklerin hayvanlarını otlata otlata Anadolu’ya gelip daha sonra Selçuklu ve Osmanlı devletlerini kurdukları bilgilerinin tatmin edici olmadığını, Semerkand, Buhara, Taşkent, Yesi gibi ilim-irfan merkezlerinden gelip devletin mayasını oluşturanlardan söz edilmemiş olmasının kasıtlı ve art niyetli olduğunu belirtmem salondaki akademisyenleri isyan ettirdi. Toplantı sonunda geriye sadece dergiye katkı vermek üzere Mustafa Armağan ve Amerika’da doktorasını yapan genç bir akademisyen kaldı. Daha sonra yazar kadrosunu oluşturmak için farklı isim arayışlarına girdim. Bugünkü TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, Prof. Dr. Kemal Sayar, Prof. Dr. Naci Bostancı, Ali Ayçil, Mücahit Küçükyılmaz gibi tanıyacağınız daha birçok önemli isim dergimizin yazar kadrosunu oluşturdu. Aylık çıkardığımız dergide yılda bir özel sayı yapmayı istedik. Özel sayılardan ilki “Medeniyetimizin Batı Yakası Bosna” sayısı oldu. Bu sayı oldukça ilgi gördü ve otuz binin üzerinde basıldı. İkinci özel sayımız “Medeniyetimizin Taç Kapısı Semerkant” otuz üç bin adet basıldı. Bazı üniversitelerin tarih ve edebiyat bölümlerinin öğrencilerine bu özel sayıları edinmelerini istemesi bizi oldukça mutlu etti. Bu sayılarda diğer arkadaşların yanı sıra sizin de çok yakından tanıdığınız Ali Yurtgezen ve İsmail Göktürk’ün de büyük katkıları oldu. Üçüncü özel sayı için Şam’ı seçtik. Daha sonra sırada Kudüs, Bağdat, Priştine, Musul, Kerkük vardı. Şam’a gidenler arasında Ali Yurtgezen ve İsmail Göktürk de bulunuyordu. Ancak Şam özel sayısı hazırlanma aşamasındayken derginin formatını değiştirmem, aktüel bir dergiye dönüştürmem istendi. Ben de aylık bir derginin aktüel olamayacağını söyledim. Mostar dergisiyle olan irtibatım da 46 sayı çıkardıktan sonra sona erdi. (Devamı 6. sayıda yayımlanacak)

 

 

Sibel Kök 

 

Evelahir Sayı-5