YERİN YERİNDEN OYNAMASI yahut BAZI ŞEYLERİN YERİNE OTURMASI: MARAŞ ZELZELESİ ÜZERİNE

 

Kuşların yuvasından düştüğü o an bir kuş gibi yuvasından düşüverdi insan. Her şey şairin dediği gibi oldu: ‘‘Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktı” yere. Kendi yerinden akıp gitti. Yer yerinden oynadı. Bilenlerin bildiği şeydi deprem. Bilmeyenler öğrendi. Yerin yerinden oynamasının adı zelzeleydi. Alçaldı yüksekte olan ne varsa. Bir bir yere indi, binalar, ağaçlar, insanlar, kitaplar ve kuşlar…

 

Önce evler gömüldü toprağa. Sonra bazı evlerde oturan bazı insanlar… Kuşlar kendine suskun kaldı. İnsan kendi acısına acıyamadan sevdiklerinin başına koşuverdi. Sözün kısası, fâni olan ne varsa Allah’a bıraktı kendini. Her şey gölgesiyle birlikte silinip gitti. Yağmur gibi, bulut gibi, rüzgâr gibi ansızın çekip gitti kendi yerinden.

 

"Asrın felaketi" dediler yaşadıklarımıza. Asrın felaketi, toprağın sitemi miydi neydi? Şüphesiz bir ikazdı vahyin işaret ettiği gibi. Hiçbir şeyi yarınlara bırakmamak gerektiğini söyledi her düşen. Sevgileri mesela bir de iyilikleri.

 

Yeryüzü konuştu. Hem de çok ağır konuştu. On bir şehir dinledi yerin söylediklerini. Şehrim Maraş en ön safta dinledi. Toprak sükuna ermedi bir türlü. Yeryüzü 7.8 şiddetinde sarsılıp silkindiğinde, on bir şehrin beli birden büküldü. Kalbi kırıldı. Sessiz hüsranıyla inledi canım şehrim Maraş. Şu sağır kubbeye elemiyle silinmez bir iz bıraktı.

 

Akşamlar gündüzlere indi

Birimizin sesini bin sessizlik böldü

Birimizin acısında hepimiz öldü

Sonra hepimiz gözlerimizi yağmura tutuverdik birden

 

İşte böyle. Bir şehre acı girince herkesin canı acıyor. Çünkü acı ölçekliyor hayatı. Uyuyan ruhu uyandırıyor, lüzumsuz her ne varsa aradan kaldırıyor. Hülasa yıkılan şehrin enkazında bir hazine gibi insan aranıyor. Çünkü her biri birer hazinedir sevdiklerimizin ve hatıralarımızın.

 

Şehrin kimliğini taşıyan mahalleler, eserler, fabrikalar, seçkin muhitler, seçkin evler hepsi yerle bir oldu. Yerle bir olduk hiç olmadığımız kadar. Saadet ve sefalet duygusu bir çadırda eşitleniverdi. Vurulup kaldık birbirimize. Durulup kaldık yeryüzünde. Mühim toplantılarımız iptal oldu, eşsiz davetler ertelendi, olmazsa olmaz randevular pek de lüzumlu değilmiş anlaşıldı. Bütün ciddi işler için aceleye gerek yoktu artık. Yapacak tek bir ciddi işimiz kaldı önümüzde. Bundan böyle ümitle yaşayacağız.

 

Sokakların kalabalık köşeleri yok artık. Trafik gürültüleri şimdilik bitti. İhmallerimizi gördük. Evvelce sağır olduklarımızı işitir olduk. Elimizin eremediği her yere dokunabildik. Hiçbir değeri kalmayan binalar ve eşyalar arasından bir define gibi en değerli canlarımızı aradık, bulup çıkardık. Tozlu yüzlerinden öptük daha evvel yüzünü hiç görmediğimiz canların.

 

Maraş Şıh Camii minaresinde 103 senedir saplanıp duran patlamamış top mermisinin yere inip toprağı işaret ettiği yerde, Ahır Dağı’nın boynunu büküp başındaki kar’ı şehre indirdiği yerde, Ulu Camii minaresinin bir mum gibi kendi dibine eriyip aktığı yerde, birbirine yar olanların ve şairlerin tek bir kaderle göçtüğü yerde her şey riyasızdı. Herkes olduğu gibiydi. Biz, olduğumuz gibiydik.

 

Bu büyük imtihan sonrası bir köşede durup toprağın yarasına baktım.

 

Böylelikle kederli bir toprak kokusu tattım. Hüzünlü kalplerin tarlasında yapayalnızdım. Yaşlı gözlerimle karşımda dizili duran yaşlı gözlere bakarken bile umut ekinleri aradım etrafta. Ararken kayboldum.

 

Zelzele cümle suretimizi birden eritti. Koca dünyada yaşadığımız şehrin bir köşesinde hepimiz bir yürek kaldık. Zaten bizim olmayan emanetleri sahibine teslim ederken elimizi kalbimizin üzerine koyduk. Adı Selam olanın selametiyle yeniden yaşamaya başlarken, sabrın ne demek olduğunu bir kez daha anlamaya çalışarak yutkunduk.

 

Gözyaşı tadını kaybetti buralarda. Gözyaşını teselli etmek yine gözyaşlarına kaldı. Sessizlik içinde nefesini beklediklerimiz, kimsesizlikte kimsesini bekleyenlerimiz, yığınlar altında kalan sevdiklerini yeri geldi parmaklarından tanıdılar. Hepimiz anladık ki, bir kimseyi umutla arıyor olmanın boğazımızdaki düğümlenişinin izahı yok… Yıkıntılar arasında süren arayışta kol kola giren neşe ve keder bağının tarifi yok… Bu izahsızlık, bu tarifsizlik birbirimizi amasız ve fakatsız kucaklamanın gayretine denk düşer mi diye sorup duruyorum kendime.

 

Neden sonra bunca keder içinde bir yerlere saklanmak istedim. Doğup büyüdüğüm şehirde çocukluğumu aradım, sokaklarımı aradım. Saklanacak yer aradım. Sığınacak liman aradım. Aradıklarımı şehre sorduğum kadar bazen bir kelimeye bazen bir şiire sordum. Yıkılmıştı. Cevap alamadım.

 

Şehirler ve insanlar hüznün saadetiyle olgunlaşırlar. Kalbimizde dimdik duran rahmet, bundan sonra ne yapacağımızın adını da koymuş oldu. Çünkü bu şehri güzel bakmayı bilenler ayağa kaldıracak besbelli. Çünkü güzel bakmayı bilenler, bu topraklarda güzel çiçeklerin de açma sebebi. 

 

 

Demem o ki; ayakta kalan binalar kadar şehrin geride bıraktığı her şeyin yanına biz de dâhil olduk. Dünya denilen fâninin bundan sonraki döngüsüne geride kalan hepimiz umudumuz, azim ve gayretimizle yine yeniden dâhil olduk. Var olmak bir umut, umutsa var olmaktır diyerek inandığımız her şey için şehrimizin ellerinden tutarak yola koyulacağız.

 

Bunu daha çok çalışarak ve emek vererek ispatlayacağız. Gökyüzüne bakacağız. Bundan böyle yanımızda olamasalar bile kalbini kalbimizde hissettiklerimiz için yaşayacağız ve kalplerini bize emanet edenleri yaşatacağız. Bahar, milletçe yüzümüzün güldüğünde gelecek olan mevsimdir. Bunu Maraş toprağından öğreneceğiz, gelmekte olan Maraş baharında belki bir ağaçtan öğrenip yenileneceğiz…

 

Gönül dediğimiz yer; güzelliğin, sevginin ve her şeyi var edenin merkezidir. Sureti şehir görünse de Maraş, bina, sokak, taş -toprak olduğu kadar manevi mimarların inşa ettiği kocaman bir gönül mülküdür. Manevi mimarları olan şehirler daima ayakta kalırlar. Maraş manevi mimarları olan şehirdir. Tuğlasından çivisine, yolundan bahçesine, tarihinden eserine dek her yere maneviyatın gücünü aktarıp şehrimizi onaracağız. Şimdi bildiniz mi neden Maraş’ın çokça şairi ve şiiri var? Maraş’ın hüzün mülküdür çünkü şiir. Biz… Şair şehrin evlatları olarak okumaya ve yazmaya devam edeceğiz. Yitip giden kelimelerimizi çağırdık. Bütün olup biteni oku! emrini verenin adıyla okumaya başladık. Sözümüz yıkılmadı şükür. Kalemimiz kırılmadı. Kadim duamızla sarıldık kaleme, ‘‘Bizi bir cevabı olmayanlardan eyleme’’ dedik sözün sahibine. Okumaya ve yazmaya yine yeniden azmettik. Çünkü sözümüz sözdür bizim. Hüzündür geçer. Su’dur akar. Topraktır sakinleşir dediğimiz yerde geriye kalan biz fâniler şehrin ibiklerinden tutup kaldırmaya başladık.

 

Bugüne kadar derdimiz hep vardı yine var. Derdimizden yüksünmedik. Dermanımız O iken derdimizden kimsenin şüphesi yok artık. Derdi üstlenip son şiirini yazıp dünyadan giden şair dostlarımızı unutmadık. Şiir emanetinin ellerinden tutarak şehrimizi baştan başa yine yeniden yürümeye başladık.

 

Ne yaşadıysak yaşadık. Yaşamamız gerekti ki yaşadık. Öğrenmemiz gerekenleri öğrenebildik mi? Bu mühim. Bundan sonra şehrimizi ve her birimizi iyi hissettirecek her şeyi kendimize, kentimize çekmenin zamanıdır.

 

Not düşelim: Günlerdir o yıkıntıdan bu yıkıntıya gezerken acılardan ayakta kalmayı başaran hemen hepimizin kahramanca duruşu, Maraş insanında tezahür eden ilahi kuvvetin en muhteşem ve en taklit edilemez örneğiydi.

 

Soranlara “Zelzele sarstı, yıkıp geçti,” diyoruz. “Zaman şifalı bir ilaçtır unutursunuz,” diyorlar. Sahi, yaşananlar unutulacak kadar mı?

 

Elbette hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Parmak uçlarımızda yürüyerek, hatıraları incitmeden yine şehrimizde yaşayacağız. Çünkü incinsek de şehrimize kırılmadık. Yerimiz yurdumuz un ufak olsa da şehrimizden dağılmadık. En güçlü şifa moral değerlerimizdendir. Kalbimizin istikametinden ayrılmadık. Yer yerinden oynadı yahut oturdu bazı şeyler yerli yerine. Yıkılmadı daha bin yıl evvel aşkla kurduğumuz şehir.

 

Beklenmedik şeyler olduysa da umutla bekleyeceğiz.

 

Hiçbir şey olmasa elbet yarın olur.

 

İnci Okumuş 

 

Evelahir Sayı-15