ZAFER ACAR: “ŞEHIRDE YAŞAYAN INSANIN ŞIIRINI YAZIYORUM”
Yaşadığım hemen her şehirle zorunlu veya gönüllü bir ünsiyet kurmuşumdur. Bu ünsiyet olmadan dayanamazsınız o şehre, hep yabancı kalırsınız. Şehir sizi iter okuldan-işten eve doğru, şehrin insanı sizi iter yalnızlığınıza doğru.
Şair Zafer Acar’ın şehirlerini merak ediyoruz. Hangi şehir veya şehirler için “benim” nitelendirmesinde bulunursunuz?
Yaşadığım hemen her şehirle zorunlu veya gönüllü bir ünsiyet kurmuşumdur. Bu ünsiyet olmadan dayanamazsınız o şehre, hep yabancı kalırsınız. Şehir sizi iter okuldan-işten eve doğru, şehrin insanı sizi iter yalnızlığınıza doğru. Küçük şehirden büyük şehre göçenler bir şok hâli yaşarken aynı şekilde büyük şehirlerden küçük şehirlere göçenler de o şehrin yavaşlığına ve dinginliğine alışmakta zorlanırlar. Yavaşlık ve dinginlik gibi hız ve kaos da bir bağımlılık şeklidir çünkü. Ben nispeten küçük bir şehirde doğdum; okul, iş nedeniyle gittiğim Konya ve Kayseri’ye ayak uydurmakta zorlanmadım. Doğduğum şehrin ya benzerini buldum karşımda ya daha gelişmişini. Dünyanın sayılı metropollerinden olan İstanbul bambaşka bir tecrübeydi tabii. Malatya ile birlikte İstanbul için benim şehrim diyebilirim.
Malatya’da doğdunuz, üniversiteyi Konya’da okudunuz, şimdilerde İstanbul’da öğretmenlik yapıyorsunuz. Bu üç şehri kıyaslamanızı istesek, bize neler söylersiniz?
Malatya’da muhafazakâr bir ortama doğmuş, devrimci düşüncelerle tanışmış, İslam’ın kollarına bırakmıştım kendimi. Yani kısacası ideolojik aydınlanma yaşamıştım. Genel hatlarıyla ülkemizde ve dünyada neler oluyor, kim kimi sömürüyor, zulme karşı nasıl bir mücadele vermeliyiz gibi sorulara cevap aradığım, kitapların içine düştüğüm yıllara tekabül ediyor Malatya.
1996’da Selçuk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazanmış, Konya’ya gelip bir öğrenci evine yerleşmiştim. Yeni bir şehri tanımanın heyecanını yaşamaktaydım. Kendi başına kalmanın, kararlar almanın, yetişkinliğe ilk adım atmanın mekânıydı benim için Konya. Malatya gibi kozmopolitlikten uzak belli bir demografik yapıya sahipti. İnsanı tanıdıktı: mütedeyyin. Genel olarak Anadolu’nun toplumsal kimliğiydi bu. Konya, Malatya’ya göre biraz daha gelişmişti, biraz daha kalabalık. İlk defa bu şehirde tramvayla yolculuk yaptım meselâ; ilk defa bu şehirde konferansları, festivalleri, konserleri, spor organizasyonlarını takip etme şansı buldum. Öte yandan hayatımın bir parçası oluvermişti edebiyat, şiir ise edebiyatın merkezi. Malatya’da aldığım ideolojik özü şiirle birleştirmiştim böylece. Gece gündüz şiir ve poetik metin okuyor, arkadaşlarla tartışıyorduk. Sonunda bir dergi bile kurmuştuk.
2000 yılında atandığım Kayseri’de bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra şiir, elimden tutup İstanbul’a dek getirdi beni. Okulum Beyoğlu Fındıklı’daydı. Asım Gültekin ile Aykut Nasip Kelebek de oradaydı, beni bekliyorlardı adeta –Asım gerçekten bekliyormuş-. Tedirginliklerle geldiğim bu şehirde hiç mi hiç yabancılık çekmedim, hem tanıdıklarım vardı hem neredeyse herkes yabancıydı. Zihnim şiirle doluydu, kaosun iyi geldiğini biliyordum şiire, Beyoğlu’ndan bol bol şiir devşirdim. Aynı zamanda İstanbul şiir-şair demekti, sık sık Sezai Karakoç’un yanında aldım soluğu. Ne diyebilirim, çay içip sohbet ettik üstatla, Anadolu’dayken hayalini kurduğum şey gerçek olmuştu, bahtiyardım. Öte yandan İstanbul’a yerleşir yerleşmez Yedi İklim’de editöryal görevler yüklendim. Şiir, ortam işiydi aynı zamanda, dostlar edindim. Düşmanlıkları umursamamaya çalıştım. 2012’de ise Dil ve Edebiyat’ın editörlerinden oldum. Şu anda yayın yönetmeniyim. İstanbul’da yaşamasam sanırım onca kitabı, makaleyi yazamazdım. Her şeyden öte İstanbul’la medeniyetimizi tanıdım.
Şiir şehir ilişkisi hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyim? Necip Fazıl, Orhan Veli ve İlhan Berk’in İstanbul şiirleri var mesela. Veya Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” şiiri.
Belki de dünyada üzerine bu kadar şiir yazılan başka şehir yoktur. Bir tek şiir de değil, gezi, deneme, roman vs. türlerden de yüzlerce kitaba konu olmuş bu şehir. Tarihi ve doğal güzellikleriyle öteki şehirlere nazaran avantajlı durumda. Yabancı seyyahlar bile İstanbul’u dünyanın başkenti olarak görmüş. Coğrafi Keşifler (istilalar) durumu İstanbul’un aleyhine çevirmişse de değerini düşürememiştir. İstanbul için daha çok şiir yazılmalı, kesinlikle gelecek nesiller tarafından yazılacaktır da. İstanbul, dünyadan nefret eden bunalımlı tiplere bile kendini sevdirebilen şehir
Zafer Acar şiirinin şehirleri var mıdır? Bir şehir üzerine şiir yazmayı düşündünüz mü?
Ben fotoğraf çekiminde bile insansız karenin ölü doğduğuna inananlardanım. Şehrin değil, daha çok şehirde yaşayan insanın şiirini yazıyorum, dolayısıyla kendiliğinden mekân da şiire dâhil oluyor, Nazım’ın “Memleketimden İnsan Manzaraları” Haydarpaşa Garı’yla açılıyor mesela, İstanbul dışarıda kalmıyor bu manzarada, yerini alıyor. Var oluş, mekâna muhtaçtır en nihayetinde. Bu sözlerime rağmen İstanbul gibi bazı insan-şehirlerin istisna teşkil ettiğini belirtmeliyim. Öyle ki İstanbul sanatın ötesine geçiyor adeta. Şehrin doğal güzellikleri, tarihi, binlerce yıllık kadim yapıları birer çarpıcı imaj gibi dikiliveriyor sanatkârın karşısında. Yani sanat İstanbul’a değil, İstanbul sanata katkı veriyor. Bu durumu, en somut şekliyle İstanbul tablolarında görüyoruz. İstanbul’un –Boğaz ve çevresini kast ediyorumsıradan manzarası yok denebilecek kadar az bence.
İlk defa gittiğiniz bir şehrin hangi yönlerine dikkat edersiniz? Esnafı, çarşıları, yemekleri…
Kültürlenmek adına elbette gezerim eski sömürgecileri hatırlatan müsrif sarayları, ölüm korkusunun yaptırdığı kaleleri, kutsal müzeleri, tüccar hanları, ehlikeyif hamamları. Tarih bilgisi mühimdir. Yüksek sanatla imar edilmiş çeşmeler mi, akıyorsa su içer geçerim. Mülkiyet meselesinde vehmim var çünkü. Her şey bir yana ilk başta şehrin kütüphanelerini, kitabevlerini arar gözlerim. Bir şehirde nitelikli kütüphaneler, kitabevleri yoksa nitelikli kafalar da yok anlamına gelir. İstediği kadar büyük kültür merkezleri olsun, kimin umurunda. Cahilden kaçar gibi çabucak uzaklaşmayı düşünürüm o şehirden.
Kahramanmaraş’a birkaç defa geldiğinizi biliyorum. Kahramanmaraş denilince kafanızda neler canlanıyor?
Dondurma tabii ki, demeyeceğim –aklıma gelmiş oldu gerçi-. Doğrusu aram yok dondurmayla. Kahramanmaraş denilince, güzel insanlar geliyor aklıma, ama yediden fazla güzel insanlar. Hoş bir iklim. Samimiyet. Şiir. Şairler, düşünürler. Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Özdenören kardeşler, Sezai Karakoç’un parasız yatılı yılları. Malatya’yı da vuran Maraş depremini getirmek istemiyorum aklıma.
Teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim
Söyleşi: Ömer Yalçınova
Evelâhir Sayı - 19